Kurumumuz Bünyesinde Stajyer Alınacaktır.

13 Şubat 2023

Staj Başvurusu
Kurumumuz Bünyesinde Grafik Tasarım Uzmanı Alınacaktır!

13 Mart 2023

İş Başvurusu
DUYURULAR
Asimilasyon, Marjinalleşme ve Diaspora Kavramları ile Almanya’yı Anlamak

Almanya’nın göç yönetimi konusunda dünyada konuşulması ve 2022 yılı Birleşmiş Milletler Nansen Mülteci Ödülü’nü Almanya’nın eski Başbakanı Angela Merkel’in alması Almanya’yı bir kez daha göç politikaları bağmaında gümdemimize almamızı gerektirmiştir. Almanya’nın işgücüne ihtiyacı ilk olarak 1955 yılında ortaya çıkmış ve başlangıçta İtalya, İspanya ve Yunanistan’dan işçi almaya başlamıştır. 1961 yılında "Verbal Nota" metni ile Türkiye’den Almanya’ya işçi gönderilmesine karar verilmiştir. Geçici işçi statüsünde gönderilen göçmenler ‘geçici’ nitelikte olduğundan entegrasyona dair uzun yıllar konuşulmamıştır. Zor koşullar altında yaşayan dil bilmedikleri için Alman toplumu ile iletişim kurmada zorluklar yaşayan ve uzak mesafeler sebebiyle aileleri ile iletişim kurmakta güçlük yaşayan Türk göçmen işçiler çalıştıkları süre içinde büyük sıkıntılar yaşamışlardır. Türkiye’de Almancı, Almanya’da ‘yabancı’ olmanın verdiği kimlik sıkıntılarına, dışlanmalarına, ötekileştirilmelerine ve sonunda içe kapanmalarına neden olmuştur. (Başkurt, 2009) Yaşadıkları kimlik sorunlarından ve aidiyet hislerinden olsa gerek %70'i Türkiye’ye dönme kararı almış, %30'u Almanya’da kalmıştır. (Kaya, 2016) Asıl sıkıntı Almanya’da kalma kararı ile başlamıştır denilebilir.

Geçici bir süre ile Almanya'ya giden Türk işçilerin Almanya’da kalma kararı Alman hükümetinin beklediği bir durum değildi. Çünkü Türkler Almanlara oldukça yabancı bir milletti. Almanya’da kendilerine dair, kimliklerini sürdürebilecekleri herhangi bir yapı bulamayan Türkler, Almanya'da kalma kararı verdiklerinde yönetimdeki mevcut parti olan Hristiyan Demokrat Birliği’nin (1982) kısıtlayıcı politikaları ile karşı karşıya kaldılar. Kısıtlayıcı politikalar ise Almanya’daki Türklerin benliklerini koruma ve kültürel kimliklerine yönelmelerine neden oldu. Öyle ki; yabancılar ne kadar çok reddedilirse o kadar benliklerini korumaya yönelirlerdi. (Başkurt,2009) Türkler en sonunda karşılık olarak cami ve mescit kurmaya başladılar. Oluşturdukları yapılanma ile hem İslam’ı Almanya ile yüzleştirmişler hem de buralarda kimliklerini yeniden inşa etmişlerdir.

Almanya’nın göç karşısında kısıtlayıcı politikaları ve Türklerin buna karşılık geliştirdiği kimlik koruma refleksi zamanla nefreti tetiklemiş ve neredeyse her alanda problem yaratmaya başlamıştır. Vatandaşlık kısıtlamaları, eğitim sorunu, islamofobi, ayrımcılık, Türkçe öğrenimi sürekli problem olan konular olmuştur. Bu olayların kamuoyu içerisinde var olması 1991 - 1992 yeni yasaları ile yabancı düşmanlığı çerçevesinde ilerlemiştir. 

Almanya'ya giden Türklere kuşaklar açısından bakıldığında; birinci kuşak çalışmak için gelmiş, yoksulluk görmüş, boyun eğen bir kuşaktır. Göç alanında çalışmalar yürüten Esser’in tanımlamasıyla birinci kuşak; kültürleşme, sosyal, ekonomik ve politik uyum, etkileşim ve kimlik noktalarında orijinal kültürlerine uyumun baskın olduğu segrasyon içerisinde tanımlanabilir. İkinci kuşağa gelindiğinde ikinci kuşak birinci kuşaktan etkilenmiştir. Türkiye’ye özlem içerisinde, koşullar uygun olmadığı için dönemeyen fakat kendisini Alman kimliği ile tanımlayan kuşaktır ve ağırlıklı olarak yeni kültüre uyumun baskın olduğu asimilasyon şeklinde tanımlanır. Üçüncü kuşağa gelindiğinde; üçüncü kuşakta böyle keskin ayrımlar görülemez, kendilerini Alman toplumuna da Türk toplumuna da ait hissedememektedir. Bu durum her iki kültürün reddi anlamına gelen marjinalleşme anlamına gelmektedir. O halde; göçmenliğin artık asimilasyon boyutundan çıkıp marjinalleşme boyutuna geldiğini, marjinalleşmenin ise kendi içerisinde yeni bir alt kültür grubu oluşturduğunu, yeni bir alt kültür grubunun ise yeni kimlik anlayışları ortaya çıkardığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Kuşaklar arası farklılaşmalar, Almanlar ve Türklerin karşılıklı ideolojileri şüphesiz hükümet ve entegrasyon politikaları tarafından şekillendirilmiştir. Hükümette bulunan aşırı sağcı gruplar tarafından uluslararası ölçeğe de yayılan ‘securisation’ başka bir deyişle ‘güvenlikleştirme’ söylemi göçmenleri tehdit olarak görmüş ve 'ötekiler' olarak kamuoyu aracılığıyla yansıtmıştır. Bu durum Alman toplumunun ideolojisinini de yönlendirmiş ve göçmenlere karşı kin ve nefrete, dışlamaya yol açmıştır. Göçün, göçmenin ve bu çerçevede Müslümanlığın politize edilmesinin nedenlerini arayan ve bu alanda çalışmalar yürüten Prof. Ayhan Kaya  (Kaya, 2007) cevabı Foucault’un ‘yönetsellik’ kavramında bulmuştur. Gerçekten de yönetsellik kavramı sadece göç boyutunda değil her boyutta hükümetlerce uygulanmaktadır. Göç konusunda hükümetler kalıcı çözümler bulamadıkları için geçici çözümler üreterek kitleleri mobilize etmektedirler. İstatistikleri, verileri toplumda korku ve tehdit inşa etmek için, başka bir deyişle kendi ideolojileri için kullanabiliyorlar. Hükümetler aynı zamanda göç konusunu ele alırken ve kamuoyunda duyururken asıl önemli konularını göz ardı edebilmektedirler.

Almanya’nın Türk diasporasını ve göçmenleri nasıl kontrol altında tuttuğunu veya tutmaya çalıştığını, bu süreçte neler yaşandığından bahsettikten sonra vurgulanması gereken bir diğer konu da, Türklerin Almanya’da kurdukları diasporanın Türkleri ve Türkiye’yi etkilemesidir. Özellikle dini kimliklerin açığa vurulması sonrası Aleviliğin hem Türkiye’de hem Almanya’da canlanması buna örnek olarak gösterilebilir.

Sonuç olarak bakıldığında; mikro boyutta yaşanılan sorunların aslında makro boyutta yaşanılan sorunlarla paralel ilerlediği söylenebilir. Başka bir deyişle 3. Kuşağın daha fazla yaşadığı sorunlar aslında uygulanan politikalar ve hükümetlerin ideolojilerinden kaynaklanmaktadır. Hükümetler ideolojilerini kamuoyu aracılığıyla topluma entegre etmekte ve toplumu da kendi ideolojileri bağlamında yönlendirmektedir. Uygulanan ideolojiler sadece o an ki toplumu değil kuşakları etkileyen ideolojilerdir. Nasıl ki Türkiye, Türkleştirme politikasından dolayı homojen toplumu kuşaklar boyunca bilinçli veya bilinçsiz olarak benimsemişse Almanya’da da aynı şey geçerlidir. Almanya’nın uyguladığı asimilasyon politikaları ters tepki vermiş ve Türklerde kurumlaşmaya yol açmış olsa da asimilasyonun başarılı olduğunun göstergesi yine üçüncü kuşaklardır. Fakat üçüncü kuşağın kendilerine ait alt kültür grubunu ve kimliklerini oluşturuyor olmaları Almanya’yı bu sefer asimilasyon politikalarının yanında keskin bir biçimde olmayan din üzerinden kontrol etme eğilimine yönlendirmiştir. Bu durum tıpkı Napolyon’un 19. yüzyılda Fransa’da yaşayan Musevileri tek çatı altında toplayıp kontrol altında tutmaya çalışmasına benzemektedir. Almanya’nın da din üzerinden tanımlama yapması belki de Türklerin Almanya’da ilk defa kimliklerini camiler üzerinden inşa etmiş olmalarıdır. Fakat bilinçli olarak Türklük diasporasının Almanya’dan silinmek isteniyor olması ve bu sebeple de Almanya’daki Türkleri Müslümanlık üzerinden tanımlama çabaları söz konusu olabilir. Her ne olursa olsun öncelikle makro ölçeği anlamak mikro ölçeğin değerlendirilmesine yardımcı olmuştur. 

 

KAYNAKÇA

Kaya, A. (2007). Almanya'daki Türkler ve Türkiye'deki Almanlar - Göçün Sebepleri ve Uyum Sorunları. Göç ve Entegrasyon – Almanya ve Türkiye’de Azınlık-Çoğunluk Đlişkileri (pp. 81-94). Ankara: Konrad-Adenauer-Stiftung.

Ayhan Kaya (2016) “Birinci Bölüm. Almanya: Ayrımcılıktan Entegrasyona,” İslam, Göç ve Entegrasyon, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları

Şahin, Birsen. "Almanya’daki Türk göçmenlerin sosyal entegrasyonunun kuşaklar arası karşılaştırması: Kültürleşme." Bilig Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi 55 (2010): 103-134.

Başkurt, İrfan. ‘Almanya'da Yaşayan Türk Öğrencilerin Kimlik Problemi’, Hasan Âli Yücel Eğitim Fakültesi Dergisi 6 (2009)