Kurumumuz Bünyesinde Stajyer Alınacaktır.

13 Şubat 2023

Staj Başvurusu
Kurumumuz Bünyesinde Grafik Tasarım Uzmanı Alınacaktır!

13 Mart 2023

İş Başvurusu
DUYURULAR
Türkiye'nin NATO Serüveni: Geçmişten Günümüze Stratejik İttifakın Evrimi

Türkiye’nin NATO macerası ve ittifaktaki rolünü daha iyi tetkik edebilmek adına öncelikle Türkiye’nin nasıl bir tarihi atmosferde NATO’ya üye olduğuna göz atmak gerekmektedir. Türkiye’nin NATO’ya girmesiyle yaşanan diplomatik ve sosyal değişmenin tespit edilebilmesi amacıyla öncelikle dünyadaki tarihi, siyasi ve ekonomik gelişmeleri incelemek gerekmektedir.

Buradan hareketle İkinci Dünya Savaşı sonrasında, savaşın yarattığı yıkımla beraber Avrupa’da ekonomik olarak zor günlerin başladığını söylemek mümkündür. Savaş sırasında savaş ekonomisi gereğince üretim kaynakları askeri alana kaymış, Avrupa’da silah üretimi dışındaki üretim durma noktasına kadar gelmiştir. Avrupa’ya nazaran savaştan biraz daha güçlenerek çıkmayı başaran Sovyetler Birliği ise Avrupa’nın bu durumunu fırsat bilerek Doğu Avrupa ülkelerinde komünizmi yaymak için çeşitli politikalar izlemeye başlamıştır. [1]

İngiltere’nin, Yunanistan’a yaptığı ekonomik yardıma devam edemeyeceğini bildirmesi üzerine ise tarihte bir kırılma noktasını yaşanmış, Amerika Birleşik Devletleri 1947’de Truman Doktrini ile Türkiye ve Yunanistan’a, komünist rejime yani Sovyetlere karşı durabilmesi için askeri ve ekonomik yardımda bulunmaya başlayacağını açıklamıştır. Truman Doktrini’nin ilanından 5 ay sonra ise Batı Avrupa ülkelerini de kapsayan Marshall Planı ilan edilmiştir. Bir takım düzeltmelerden sonra, Amerikan Kongresi’nde de, tüm muhalefete rağmen oylanan ve kabul edilen Marshall Planı’yla birlikte 1948-1952 dönemini kapsayan, dört yıllık ekonomik yardım süreci başlamıştır.

Gözlerimizi Türkiye tarihine çevirdiğimizde ise dünya tarihindeki bu gelişmelere paralel siyasi, ekonomik ve sosyal gelişmeler yaşandığını kolaylıkla görebiliriz. Bu dönem Türkiye’de Demokrat Parti’nin kurulmasıyla çok partili hayata geçilmiş (7 Ocak 1946) ve dönemin ruhuna uygun olarak yeni ekonomi politikaları benimsenmiştir. Elbette bu durumda Türkiye’nin Batı Bloğuna yani Amerika’ya göz kırması olarak yorumlanabilir.

Amerika 1946’dan itibaren Türkiye’nin toprak bütünlüğüyle yakından ilgilenmeye başlamıştır. Bunun temel sebebi, Sovyetlerin Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de nüfuz edinme çabaları karşısında savaş sonunda eski gücünü kaybeden İngiltere’nin etkin bir diplomasi yürütemiyor olmasıdır. İngiltere’nin aksine Amerika buna karşı koyacak güçte ve Batı Bloğu için “diplomatik hamilik” misyonu üstelenebilecek bir konuma sahiptir. Buradan hareketle Amerika, Rusya’nın Orta Doğu, Balkanlar ve Doğu Akdeniz üzerinde Komünizmi yaymak için uyguladığı politikalara mukabil yeni diplomatik hamleler geliştirmeye başlamıştır. Ancak Amerika’nın Orta Doğu ve Balkanlar’daki müdahalesinin en kısa zamanda uygulanmaya konması gerekmektedir. Çünkü Yunanistan’daki iç savaşı komünistler kazanabilir ve iktidara gelebilirlerdi. Başkan Truman’a göre, Sovyetler Birliği Yunanistan’dan sonra Türkiye’yi de denetimi altına alması halinde durum daha da tehlikeli bir boyut kazanırdı ve Batı Avrupa ile Amerika için hayati önemi olan Orta Doğu, Sovyetlerin etki alanı içine girebilirdi. ABD nazarında bu ihtimalin önüne geçilebilmesi adına yeni tedbirler alınması gerekiyordu. Bu yüzden ilk iş olarak Mart 1947’de Başkanın kendi ismiyle anılan “Truman Doktrini” ilan edilmiştir.

Türkiye ve Yunanistan’a yardımı öngören bu doktrin, Amerika’nın Komünizme karşı açtığı savaşın ilk eylemi olmuştur. Aynı zamanda Amerikan dış politikasının yeni stratejisinin başlangıç noktası haline gelmiştir. Sovyet askeri tehdidi altında olan ya da bir Komünist devlet tarafından desteklenen iç savaşın hüküm sürdüğü bütün devletlere yardım yapmayı öngören bu strateji, “Containment Policy” yani “Sovyetler Birliği’ni Çevreleme Politikası” olarak isimlendirilmiştir. Böylece “Soğuk Savaş Dönemi” de resmi olarak başlamıştır diyebiliriz.

Truman Doktrini sonrasında Türkiye ve Amerika arasında 12 Temmuz 1947’de söz konusu ekonomik yardımla ilgili bir antlaşma imzalamıştır. Antlaşmanın en can alıcı maddesi ise dördüncü maddesidir. Bu madde şu şekildedir: “Türk Hükûmeti, alınan yardımı Amerika’nın izni olmadan başka amaçlarla kullanamaz”.

Buradan hareketle söz konusu yardımın ve sonraki süreçte Türkiye’nin NATO üyesi olmasının Amerika’nın Türkiye’nin dış politikasında doğrudan söz sahibi olmasına olanak verdiğini söylemek mümkündür. Bu tespiti örneklendirmek gerekirse; Kıbrıs Sorunu sırasında Amerika’nın Türkiye üzerindeki etkisine bakılabilir. Amerika çok da uzun olmayan bir süre sonra 1964 Haziranında, 1947 Antlaşmasındaki söz konusu maddeyi kullanarak Türkiye’nin, -Rumların Türklere uyguladığı katliama son vermeyi hedefleyen- Kıbrıs’a müdahalesini önlemeye çalışmıştır.

“Truman Doktrini” ve “Marshall Planı” Türkiye’nin Sovyetler Birliği karşısındaki endişelerini hafifletmesine rağmen tümüyle ortadan kaldırmamıştır. Bu nedenle, Türkiye için esas olan Amerika ile bir ittifak yapmaktır. Türkiye’nin ittifak isteği 4 Nisan 1949’da NATO’nun kuruluşuyla yeni bir boyut kazanmıştır. Türkiye, NATO’nun kuruluşuyla birlikte Amerika ile ittifak kurma çabalarını yoğunlaştırma fırsatı elde etmiştir.

Kuzey komşusundan gelecek olası saldırılara karşı daha kuvvetli bir şekilde mukavemet edebilmek, güvenlik politikasını güçlendirmek ve -dışa vurulamayan bir istem olan- daha fazla ekonomik yardım alabilmek amacıyla, bu kuruluşa girmek istiyor, Demokrat Parti Dönemi iç ve dış politikası da bu bağlamda şekillendiriliyordu.

Türkiye’nin NATO’ya giriş macerasını gözler önünü serebilmek adına “ Truman Doktrini” ve “ Marshall Planı” sonrasında yaşanan gelişmelere göz atmak gerekmektedir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) tehdidine karşı atılan ilk adım 17 Mart 1948'de İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında "Brüksel Antlaşması’nın” imzalanmasıdır. Fakat dönemin en büyük askeri gücü Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) antlaşma dışında kalması uygun görülmeyince 4 Nisan 1949'da Kuzey Atlantik Antlaşması imzalanarak ABD de ittifaka dahil oldu.

Bu dönemde Sovyetler Birliği lideri Josef Stalin'in toprak ve Boğazlar üzerinde hak iddiası, Türkiye'yi ciddi bir şekilde milli güvenlik endişesine sürüklemiştir. Truman Doktrini ile beraber ABD ile yakınlaşmaya başlayan Türkiye, Sovyet tehdidini bertaraf edebilmek için Kuzey Atlantik İttifakı'na (NATO) üyelik çalışmalarına başlamıştır.

Türkiye, Batı blokunun güvenliğinin sadece Avrupa kıtasında değil, Akdeniz kıyılarını da içine alacak şekilde sağlanabileceğini sürekli vurgulayarak ittifak için ne kadar önemli olduğuna dair argümanlar üretmiştir.  Fakat özellikle İngiltere, Türkiye'nin ittifaka üye olmasından ziyade "Akdeniz ve Ortadoğu Komutanlığı" oluşumuyla ittifaka dışarıdan destek vermesini talep ediyordu.

Türkiye'nin NATO'ya ilk müracaatı 1950'de gerçekleşti fakat başvurusu kısa zaman içerisinde reddedildi. 14 Mayıs 1950'de Demokrat Parti'nin (DP) iktidara gelmesi ve 25 Haziran'da Kore Savaşı'nın patlak vermesi, yeni iktidara üyelik yolunda önemli bir fırsat ağı sunmuştur. Adnan Menderes ve Celal Bayar, Kore'ye 4 bin 500 kişilik Türk kuvveti gönderdikten sonra Türkiye 2. başvurusunu 1 Ağustos 1950'de yapmıştır. Fakat bu başvuru da NATO Bakanlar Konseyi tarafından reddedilmiştir.

1951'den itibaren ABD, Türkiye'nin ittifakın güvenliği için tam üye olmasını düşünmeye başlamıştır. Çünkü artan Sovyet yayılmacılığıyla NATO'nun güneydoğu kanadının güvenliği tam olarak sağlanmadan Sovyetlere, misliyle mukabelede bulunma ihtimali olmadığı yeni yeni kabul görmeye başlamıştır. Ayrıca Türk ordusunun Kore'de Kunuri Savaşı’nda Çinlilere karşı gösterdiği direniş ve Amerikan tugayının hayatını kurtarması, ABD'nin gözünde Türkiye'nin prestijini aşamalı olarak arttırmıştır. Tüm bu etkenlerle Türkiye, NATO'ya 18 Şubat 1952'de resmen üyelik almasını sağlamıştır.

Yukarıda bahsi geçen Türkiye’nin NATO macerası süreci akıllara önemli iki soru getirmektedir. İlki Türkiye’nin NATO için ne anlam ifade ettiği, ikincisi ise Türkiye’nin günümüzde ittifak içinde nasıl konumlandığı. İlk olarak Türkiye’nin NATO için ne anlam ifade ettiği sorusunu şu şekilde yanıtlamak mümkündür: Türkiye sadece üyesi bulunduğu NATO için değil, diğer bölgesel ittifaklar açısından da jeopolitik konumu itibariyle son derece önemli bir yere sahiptir. Türkiye'nin jeopolitik derinliği NATO stratejileri açısından vazgeçilmez konumdadır. Dolayısıyla NATO, özellikle Ukrayna Savaşı’yla Rusya'ya karşı cephe hattını genişletmek isterken kendi geleceğini Avrasya coğrafyasında ki hâkimiyetinde görmektedir.  Bu bağlamda Türkiye, NATO için oldukça önemli bir müttefik olarak görülmektedir. [2]

İkinci soruya gelecek olursak, Türkiye günümüzde ittifak içerisinde Balkanlar, Kafkaslar, Asya ve Afrika'da arabuluculuk rolleri üstlendiği söylenebilir. Ayrıca Ukrayna-Rusya Savaşı’nın üçüncü dünya savaşına dönüşmesini engellemekte de önemli misyonlar yüklendiğini söylemek mümkündür. Türkiye'yi NATO içinde güçlü kılan bir başka özelliği de dış politikasını, bölgesel sorunları çözme ve uluslararası düzeyde istikrarı sağlama çabaları olarak ikiye ayırabilmesi ve kompartıman diplomasisi içinde işbirliği ve çatışma alanlarına mesafe koyabilmesi olarak yorumlanabilir.

Sonuç olarak Türkiye'nin NATO'ya üyeliği, ülkenin ulusal güvenliği, savunma kapasitesi ve bölgesel istikrar açısından kritik bir rol oynamıştır demek mümkündür. Soğuk Savaş döneminden günümüze kadar geçen süreçte, Türkiye, NATO içinde stratejik bir müttefik olarak kendisini konumlandırmış ve birçok zorlu süreci aşarak ittifakın bir parçası olmaya devam etmiştir.

 

 

 


[1] “NATO”. ( 20 Aralık 2023). Erişim Adresi:  https://www.bbc.com/turkce/topics/cnq68ny9g61t.

 

[2]Türkiye'nin NATO serüveni ve ittifaktaki rolü”. ( 4 Nisan, 2023), Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/analiz/3-soruda-turkiyenin-nato-seruveni-ve-ittifaktaki-rolu/2862843.