Kurumumuz Bünyesinde Stajyer Alınacaktır.

13 Şubat 2023

Staj Başvurusu
Kurumumuz Bünyesinde Grafik Tasarım Uzmanı Alınacaktır!

13 Mart 2023

İş Başvurusu
DUYURULAR
Doğu Akdeniz: Kavramlar ve Tezler

Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz kaynaklarının bulunduğu deniz alanlarında hukuka dayanarak sorunlara bakmak, ileride çıkacak yayınları anlayabilmek için özellikle bu alanda doğrudan ya da dolaylı iş ve ticaret yapanların temel kavramlara aşina olması açısından başta Türkiye olmak üzere sahildar ve taraf ülkeleri, kaynaklardan faydalanarak değerlendirmeye çalıştım. 

Akdeniz’i ve özelde Doğu Akdeniz’i çevreleyen ülkeler arasında, denizlerde yetki alanı sorunu tartışması, fiilen paylaşımda hakkaniyet ihtiyacı nedeniyle çıkar çatışması bu alanda daha teknik boyutta petro-politik açısından artık başlamıştır.

Münhasır ekonomik bölgelerinin, kıta sahanlıklarının ve karasularının sınırlarının anlaşmazlık konusu olması zamana karşı yarış olan hidrokarbon kullanım ömürleri söz konusu iken sismik arama ile başlayıp üretim aşamasına dek olan süreçlerini tıkayabilmektedir.

Burada aslen kök sebep siyasi konjonktürdür. Bu noktada oklar Kıbrıs Adasını işaret etmektedir. Adada tek temsilci varmış gibi bir oldu bitti yapılmaya çalışıldığını görmemek mümkün değildir. Ancak fiiliyatta iki ayrı devlet ve tüm tarih ve kültürleriyle iki milleti yüzyıllardır içine alacak kadar da büyücek bir adadır. Konuya daha yakinen bakalım;

Kavramlar:

Açık Deniz:

        Açık deniz; iç sular, karasuları, takımada suları ve münhasır ekonomik bölge dışında kalan deniz alanıdır. 1982 BMDHS gereği artık açık deniz deyince sadece su tabakası anlaşılmaktadır. Hiçbir devletin ülkesine ait olmayan uluslararası deniz alanıdır. Dolayısıyla denize kıyısı olsun ya da olmasın tüm devletler açık denizden yararlanabilirler. Temel ilke serbestliktir. 1982 BMDHS açık deniz için altı serbestlik tanımlamaktadır; Deniz ulaşımı, hava ulaşımı, balıkçılık ve canlı kaynakların avlanması, bilimsel araştırma, kablo ve boru döşeme, yapay ada ve tesis kurma.

        Açık denizde seyir halinde olan gemiler, bayrak yasası gereği bayrağını taşıdıkları devletin yetkisindedirler. Ancak, deniz haydutluğu, köle ticareti, uyuşturucu madde kaçakçılığı ve açık denizden izinsiz yayınlar durumunda tüm devletler denetleme ve kimi durumlarda cezalandırma yetkisine sahiptir. Bu suçları işlediğinden şüphelenilen bir ticaret gemisini, kamu gücü kullanan bir devlet gemisi kimliğini inceleyebilir ya da ziyaret hakkı çerçevesinde denetleyebilir.

Eğer bir gemi bir kıyı devletinin ulusal yetkisindeki deniz alanlarında bir suç işledikten sonra açık denize kaçsa dahi, kıyı devleti tarafından kurallara uygun biçimde izlenip yakalanabilir ve gerekli cezaya çarptırılabilir. Buna izleme hakkı denmektedir. İzleme hakkının hukuka uygun bir biçimde kullanılması için, söz konusu geminin en geç karasularını terk etmeden önce izlemenin başlaması (kıta sahanlığı ve MEB için sadece bu alana ait bir kuralın çiğnenmesi durumunda izleme buralardan başlayabilir), izlemenin kamu gücü kullanan gemi ya da hava araçlarıyla yapılması, izlemenin gözle yapılması, gemiye durması için sesli ve işaretli uyarı yapılması ve geminin hiçbir zaman gözden kaybedilmemesi gerekir.

Açık denizde can güvenliğinin korunmasına yönelik önlemler, çatlamaların önlenmesi ve çevrenin korunmasına ilişkin önlemler alınması ise bir diğer önemli başlığı oluşturmaktadır. Denizde çatmaların önlenmesi için 1929’dan itibaren pek çok antlaşma imzalanmıştır. Çatma durumunda yargı yetkisi ya geminin bayrak devletine ya da olayın sorumlusu olan kişilerin uyruğunda olduğu devlete verilmektedir. 1982 BMDHS madde 97 ile bu kuralı doğrulamaktadır. Her ne kadar 1927 Bozkurt-Lotus davasında aksi yönde bir karar çıkmış olsa da buradaki neden daha çok USAD’a sorulan soruyla ilgilidir. Denizde can güvenliğinin sağlanması ise ilk kez 1910’da imzalanan bir antlaşma olmasına karşın asıl 1912’de Titanik gemisinin batması üzerine ön plana çıkmıştır. Bugün en temel antlaşma 1974 tarihli SOLAS Sözleşmesi’dir. Üçüncü konuya ise çevre hukukunda yer verilecektir.

Doğu Akdeniz’in yarı kapalı bir deniz oluşu bu alandaki tartışmalarda denizdeki sınırlandırmanın özel şartlar dahilinde görüşülmesi gerekliliğini doğurmuştur.

 

Bitişik Bölge:

Karasularına bitişik olan ve kıyı devletinin sağlık, göç, gümrük ve maliye alanlarında yetki kullandığı deniz alanıdır. 1736’da İngiltere tarafından ortaya atılmıştır.  Buna 1982 sözleşmesi arkeolojik bitişik bölgeyi eklemiştir.

 İki önemli farklılık vardır: Geleneksel olarak bitişik bölge sadece su tabakası ile ilgiliyken, 1982 Sözleşmesi’yle deniz tabanında ve toprak altında bulunan arkeolojik ve tarihi nesneler de kapsam içine girmiştir. İkincisi ise, geleneksel olarak devletler bitişik bölgedeki denetleme ve ceza yetkisini ancak kanunlarına ilişkin ihlallerin ülkesinde veya karasularında gerçekleşmesi ya da gerçekleşmek üzere olması halinde kullanır. Oysa arkeolojik bitişik bölgede, bizzat bu bölgede işlenmiş suçlara karşı kıyı devletinin kanunlarının uygulanması öngörülmektedir.

 Türkiye bugün bitişik bölgeye sahip değildir. 1926-1949 arasında gümrük konusunda 4 millik bir bitişik bölgesi vardı. 1964’te ise balıkçılık ve canlı kaynaklar için bir bitişik bölge ilanı söz konusuydu ancak bu bitişik bölgenin yerleşik tanımına aykırıdır. 1982 Karasuları Kanunu ise bir bitişik bölge tanımlamamaktadır, dolayısıyla üstü kapalı olarak kaldırılmıştır.

Bitişik bölge için 1982 Sözleşmesi’nde bir sınırlandırma hükmü bulunmamaktadır. Devletlerin, bu bölgenin sınırlandırılmasını gerekli görmedikleri anlaşılmaktadır.

 

Uluslararası Deniz Hukuku

Denizlerdeki faaliyetler ve gemi trafikleriyle ilgili hukuk dalıdır. Sahilleri olan kıyı devletlerin hak sahipliklerine göre denizler sınıflandırılmaktadır; (münhasır ekonomik bölge, kıta sahanlığı, bitişik bölgeler, açık deniz gibi herhangi bir devletin egemenliğinde olmayan sular gibi) (Bkz. kaynak no:1).

Deniz hukuku, uluslararası denizlerde taraflar arası karşılaşmaları (gemiler arası karşılaşmalardan deniz ticareti ve denizlerdeki enerji kaynaklarına ve denizdeki ticarete dair pek çok alanı kapsayan bir disiplin) ve gerçekleşecek hukuki ilişkileri tanımlayan hukuk dalıdır.

Karasularının Sınırlandırılması

 Karasuları sınırlandırma kriteri, 1958 ile aynı olan tek deniz alanıdır. Konferansın başlangıcında bazı teklifler ileri sürülmüş olsa da son aşamada bu konu hemen hemen hiç tartışılmadı. Diğer alanlara ilişkin olarak Yunanistan orta hat ilkesinin kabulünü isterken Türkiye hakça ilkeleri savundu. 1974’te hazırlanan bir çalışma belgesi, birbirinden çok farklı teklifler ortaya koymaktadır. Ancak tek görüşme metninde, “1958’deki hükmün korunmasını İngiltere teklif etti” notunu kaynaklarda görebilirsiniz.

Sınırlandırma konuları konferansın en çok tartışılan konularından biri olmasına karşın karasularının sınırlandırılması, orta hat ve hakça ilkeler temsilcisi devletler tarafından ciddi bir şekilde tartışılmadı. Türk karasuları: 1964’e kadar 3 mildi. 1964, 476 sayılı Karasuları Kanunu 6 mile çıkardı. Burada 2. Madde der ki: Karasuları daha geniş devletlere karşı mütekabiliyet esasına göre daha geniş karasuları ilan edilebilir. Ege’de 6, Karadeniz ve Akdeniz’de 12 mil olarak uygulandı. 1982 BMDHS’de 12 mile kadar uzatılabilmesi kabul edilince, Türkiye coğrafi özellikleri olan denizlerin özel durumlarının ve hakkaniyet ilkesinin göz önünde tutulması gerektiğini ileri sürerek Karasuları Kanununu değiştirmiş ve 1982’de 2674 sayılı yeni kanunu kabul etmiştir. Yine kural 6 mildir. Ancak Bakanlar Kuruluna “belirli denizler için o denizlerle ilgili bütün özellikleri ve durumları göz önünde bulundurmak ve hakkaniyet ilkesine uygun olmak şartıyla 6 deniz milinin üzerinde karasuları genişliği tespit etme yetkisi verilmiştir. Eski mesafeler geçerliliğini korumaktadır. Yani mütekabiliyet ilkesi kalkmıştır.

 

Kıta Sahanlığı

Kıta sahanlığı coğrafi ve hukuksal olarak farklı anlamlar taşır.

Kıta sahanlığı, sahildar devletin, karasularının ötesinde ancak kıyıya bitişik olan deniz tabanı ve onun altındaki hidrokarbon rezervlerinin araştırılması, işletilmesi konusunda münhasır hakka sahip olduğu bölgedir. Bu bölge; kıyı çizgisinden 200 deniz mili uzaklığa ve hatta doğal kıta sahanlığı ise daha uzağa gidiyor ise deniz derinliğinin 2500 metreyi bulduğu izobet çizgisinin 100 deniz mili açığına dek giden ve üst sınırı her halde 350 deniz mili olabilen bölgedir. ( Bkz. kaynak no:2) 

Kıta sahanlığı kavramının ve müessesesin de hukuki anlamda ilk kez kullanımı olarak Trinidad karasularının ötesinde İngiltere ve Venezuella arasındaki 1942 tarihli Paria Körfezi Denizaltı alanları Antlaşması olarak geçmektedir. 1945’te ilan edilen Truman Bildirisi ile de ABD kendi karasularının bitişiğindeki rezervlerin araştırılması ve işletilmesi için hak ilan ettiği durumdur. Burada geçtiği üzere komşu devletlerle hakça ilkeler çerçevesinde kıta sahanlığı alanları belirlenebilir. (Bkz. kaynak no:2)

 

Şekil 1: Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge Tanımı

En geniş MEB iddia edebilen 10 devlet: ABD, Avustralya, Endonezya, Yeni Zelanda, Kanada, Rusya, Japonya, Kiribati, Brezilya ve Meksika. ABD 2.2 milyon mil kare, Meksika 830 bin mil kare. Kiribati hariç hepsi çok uzun kıyılara sahiptir. ABD, Avustralya, Rusya ve Meksika, birden fazla denize kıyısı olan ve uzak adalara sahip olan kıta devletleridir. Endonezya, Yeni Zelanda ve Japonya açık denize bakan ve bir ya da birden fazla denize kıyısı olan takımada devletleridir. Kanada uzak adası olmayan ama 3 okyanusa kıyısı olan bir kıtasal devlettir. Brezilya tek denize bakmaktadır ama uzak adaları vardır ve kıyıları açık bir konveks yapıdadır.

Kıyıya yakın adaların varlığı da kıyı devleti için bir avantajdır. Adalar, yükseltilerden daha iyidir. Çünkü adalar kıyıdan ne mesafede olursa olsun tüm deniz alanlarının ölçülmesinde temel nokta olarak kullanılabilir. İkinci olarak da adalardan düz hat çizmek mümkündür. Yükseltiler, ancak üzerinde bir deniz feneri ya da benzer yapı varsa düz hat çizmek için kullanılabilirler. Bu tür kıyılara örnekler, buzdağı faaliyetleri nedeniyle güney Şili, Güneybatı Yeni Zelanda, Grönland, Norveç ve Alaska’nın Alexander takımadalarıdır. Bu madde yazılırken akıllardaki kıyı biçimi Norveç’ti. Aralarında büyük boşluklar bulunan ya da kıyıya sıkı sıkıya bağlı olmayan adaların bulunduğu ılıman ya da tropik kıyılarda da bu kural uygulanmaktaysa da aslında kuralın esnetilmesinin örnekleridir. Bunun örnekleri de Fransa, Tunus ve İtalya’nın Akdeniz kıyılarındaki düz hatlar, Hint Okyanusunda Umman ve Pakistan’ın kıyılarıdır.

Uluslararası Hukuk Dayanakları:

1958 Cenevre Sözleşmesi ve 1982 BMDHS düzenlemelerinde kıta sahanlığı: ”Sahile bitişik ancak karasuları sınırının dışında 200 metre derinliğe kadar olan deniz yatağı ve bunun altı alanlar ile bu alanların üstündeki suların derinliğinde mevcut doğal kaynakların işletilebileceği kabul edilen alanlardır. Adaların kıyılarına bitişik olup da benzer denizaltı alanlarının deniz yatağı ve toprak altı alanlarını belirtmektedir.” diye tarif edilmektedir.

1982 Sözleşmesinin 76. maddesine göre ise, kıta sahanlığı bir devlet ülkesinin doğal uzantısıdır ve esas hattan itibaren kıta kenarının uç noktasına kadar uzanabilir. Eğer bu mesafe 200 milin gerisinde kalıyorsa, kıyı devletinin kıta sahanlığı ilke olarak 200 mile kadar uzanabilir. Ayrıca, eğer kıyı devleti doğal uzantısının 200 milden fazla olduğunu ileri sürüyorsa, bunu 1982 Sözleşmesi çerçevesinde kurulan Kıta Sahanlığı Komisyonuna sunduktan ve olumlu görüşünü aldıktan sonra en fazla 325 mile kadar uzatabilir.

Not: 1 Kara mili (Statute mile) = 1,61 km iken, 1 Deniz mil´i (Nautical mile)=1,85 km'dir.)

Cenevre sözleşmesi iki kriter vurguluyor. Buna göre; jeolojik anlamda kıta sahanlığının 200 metre derinliğe ulaştığı yerler kriteri ve doğal kaynakların işletilmesi imkanının bulunduğu yerler kriteri kabul edilenlerdir. Taraflar, doğal kaynakların işletilmesi imkanının bulunduğu yer kriterini de ek olarak getirmiş; bu yolla bazı sığ kıyıları olan devletlerin diğer kriteri yerine getirememesinden ötürü mağdur olmasının bir nevi önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Bu noktada teknik imkanlarınız varsa (sondaj platformu ya da geminizin deniz tabanından aşağıdaki kuyu dip derinliğini kastedilmiştir) doğal kaynakların aranması ve işletilmesi imkanınızın bulunduğu yerler değişiklik gösterecektir.

Bu noktada teknoloji her alanda olduğu gibi yerleşik kavram ve mutabakatları zorlamış olup bahsi geçen kriterlerin biraz yetersiz kaldığı da görülmüştür. Bu görülünce 1982 BMDHS ile işletilme olanağı taşıyan derinlik kriterlerinde değişikliğe gidilmiş ve ikinci kriterle kıta sahanlığı tanımı kabul edilmiştir.

MEB ve Kıta sahanlığı ayrı kavramlar olup MEB in sınırlandırılması konusunda kıta sahanlığının sınırlandırılmasına ilişkin hükümlerin aynen uluslararası hukukun temellerinin atıldığı konferanslarda kabul edildiğini belirtilmektedir. Sevdiğim bir yorum var der ki; Her iki kavramda açık deniz rejiminin istisnalarıdır ve kıyı devletine belli bölgelerde münhasır yetkiler verir.

Şimdi kıta sahanlığı nasıl belirlenecek? Kıta sahanlığı kara ülkesinin coğrafi ve doğal yapısına göre deniz üzerindeki uzantısına göre belirlenir. (Deniz üzerindeki uzantı burada kritik nokta)

Buna karşın münhasır ekonomik bölge nasıl belirlenecek? MEB; kıyı devletinin coğrafi yapısından bağımsız olup, kıyıdan belli bir uzaklığa kadar olan bölgede o kıyı devletine canlı ve cansız doğal kaynakların araştırılması, korunması ve işletilmesi gibi haklar tanıyan bir müessesedir. (Bkz. kaynak no:3)

 

Şekil 2:Kıta Sahanlığı ve MEB Arasındaki Fark:

Özetle BDSM’nin kıta sahanlığının dış sınırını, 200 mil olarak ölçülen MEB: münhasır ekonomik bölge ile birleştirdiği, bu yolla hem coğrafi özellikleri gereği dezavantajlı olan devletlerin mağduriyetini ve maruzatlarını dinleyip giderdiği, hem de kıta sahanlığı sınırı 200 milden daha geniş olan devletlere bir tür sınır getirdiği söylenebilir.

Ayrıca kaynaklarda geçtiği üzere sınırı geniş olan devletler de sonradan göz ardı edilmemiş ve onlara “doğal uzantısının 200 milden fazla olduğunu ileri sürüyorsa(?), bunu 1982 sözleşmesi çerçevesinde kurulan Kıta Sahanlığı Komisyonuna sunduktan ve olumlu görüşünü aldıktan sonra en fazla 325 mile kadar uzatabilir” hakkı tanınmış, sahillerinde 350 mil ve bazı koşulların varlığı halinde daha da ötesine (Herkes eşit ama bazıları daha eşit!) gidebilecek bir sınır çizme imkânı tanımıştır. (Bkz. kaynak no:2)

Burası önemlidir; Bu sözleşmelere göre sahildar devlet egemenlik haklarını (doğal haklarını) kullanabilmesi için herhangi bir eylemde bulunması veya ilan ya da ön bildirim gibi işlemlerde bulunmasına gerek bulunmamaktadır. (navtex ilanı yapılması ne demek peki dediğinizi duyar gibi oldum; navtex denizcilik uygulaması ve sistemine dair çalışma alanını belirten denizcilere özel bir detaydır).

Her iki sözleşmeye göre bu haklar ipso facto (fiilen) ve ab initio (başlangıçtan bu yana) mevcuttur.

Yunanistan-Türkiye sahildar olması çözümü zor ancak çözülmesi gerekecek konuların arasındadır. Bu sahildar ülkenin “Helenistic miras güdüsü yaklaşımı masa etrafına dahi oturmayı güçleştirmektedir. (Süreklilik arz eden Yunanistan siyasetçi ve yetkililerinin  gazete manşetlerinden anlaşıldığı üzere.).

Haritaya bakınca görünen şudur; Yunanistan ana karası Doğu Akdeniz'e kıyıdaş değildir. Dolayısıyla Akdeniz'de müzakere edilecek bir başlık neden olsun? Yunan Adalarının karasuları haricinde kıta sahanlığı hakkı hukuken yoktur. ( Kıbrıs’ı kendi anakarasına bağlı bir ada olarak gördüğünden bu noktada tartışma derinleşmektedir).

Doğu Akdeniz'i bu nedenle bu ülke ile ikili müzakere etmek Doğu Akdeniz'deki meşru hak ve hukuka dayalı olarak sahip olduğu deniz yetki alanlarını pazarlık konusu yapması Türkiye açısından yanlış ve hatalı gözükmektedir. Savunmayı bu noktada kurmak elbette mantıklıdır. Ege ve Akdeniz'deki Yunan Adalarının (bir kısmındaki sahiplik tartışmaya da açık olarak) "Kıta Sahanlığı" iddiası kıtası ve sahanlık ayağı aksak bir görüş gibi Anadolu sahillerinden bakınca.

Coğrafi, morfolojik ve Jeoloji açısından bölgedeki tek kıtasal devamlılık Anadolu (küçük Asya/little Asia) yani Türkiye’dir.

 Ege Denizi’nin coğrafi özellikleri; adalar orta hattın ters tarafındadır ve özel şart oluşturur.

https://media-exp1.licdn.com/dms/image/C4D22AQEYp8rmSuEn_A/feedshare-shrink_800/0/1654934304379?e=1672272000&v=beta&t=4wO6lHvJ1zv6l2Pnn78hhLXtAMafJOE2lbsSBeKABQ8
 

Girit, Kaşot, Çoban, Rodos Ege denizine ait adalardır ve Yunanistan ANA KARASINA bağlıdır. Bu ada, adacık ve kayalıkların karasuları Türk kıta sahanlığı ile örtüşmektedir. Yunanistan'ın istediği biçimde sınırlandırma kabulü durumu çıkmaza sokmaktadır. Konferans ilkelerinde geçtiği gibi; hakça ilkeler çerçevesinde bir antlaşma ile yapılmalıdır.
Yunanistan, Türkiye'ye yakın Yunan Adalarında tam kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge talebiyle evin tek şımarık çocuğu (pazarlıkta çıtayı en üste koy ne koparırsan artık) yaklaşımdadır.

Yunanistan'ın adalara deniz yetki alanları bakımından istisnasız ve koşulsuz olarak "tam etki" verilmesi gerektiğine yönelik tezi, uluslararası mahkemelerce benzer durumlarda alınan kararlar incelendiğinde, “epey su götürür (zayıf argümanları nedeniyle) bir tartışmaya işaret etmektedir” düşüncesi hakimdir.
Adaların "istisnasız ve koşulsuz" kıta sahanlığının olduğunu savunan Yunanistan ve GKRY, münhasır ekonomik bölge hakkı olduğu görüşlerini belirtmektedirler. Bu durumda, kıta sahanlığı ve MEB sınırlandırılmasının ana karalar ile adalar arasında da istisnasız olarak "eşit uzaklık" ilkesine göre yapılması, dolayısıyla adalara her şartta "tam etki" tanınması gerektiği tezleri kabul edilebilir olmayıp, sadece balık çıkmayan kısımlarda (Akdeniz’in Doğu yakası gibi), çözüm-uzlaşı vs. belki de ikinci bir duyuruya (ya da maalesef bir sıcak çatışmaya) dek ertelemektedir.

Bu tip kıyısı bulunan alanlarda doğal haklarını kullanmak ve araştırma faaliyetlerine kesintisiz devam etmek, de-facto durum yaratmak, bu belirsizlik sürdürülecekse, Türkiye’nin petrol gaz endüstrisi açısından makul-rasyonel tutum olacaktır (hatta ehveni-şer olacağı) sonucuna ulaşılabilir.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki bu Kıta Sahanlığı Uyuşmazlığının Çözüm Yeri Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanı Olabilir mi? sorusunun ve yönteminin cevabını hukukçularımıza, (kıdemli hariciyecilerimiz, acı kahve ile uyandırıp çağıracağımız büyükelçilerimiz, asker-sivil denizcilerimiz, akademisyenlerimiz, hukukçularımız, danışmanlarımız vb. ile bir tavsiye kurulu yoksa hala oluşturulmasında, gerekli veritabanı, arşiv, hukuk, mühendislik desteğiyle ve fonlanarak çok faydalar olacaktır, ülkemizin artık masada hata yapmaması için ) bırakmakta fayda var.

Buradan yola çıkarak ifade edilebilir ki: Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı sınırına sahip ülke Türkiye’dir.

Türkiye, BM’ye Doğu Akdeniz’de 32°16’18” doğu boylamının batısındaki deniz alanlarında ipso facto (fiilen) ve ab initio (başlangıçtan itibaren) hukuki ve egemen haklarını içeren bildirimlerde bulunmuştur. (No. 2004/Turkuno DT/4739, 2 Mart 2004 ve No. 2013/14136816/22273, 12 Mart 2013.)


    Uluslararası hukuka göre, Türkiye’nin kıta sahanlığının dış sınırı olarak bu koordinatlarla yukarıda sayılan deniz alanlarında Türkiye ile Mısır arasındaki orta hat takip edilerek 28 derece doğu boylamının batısındaki bir noktada olacaktır. Doğal olarak bu işlem Ege ve Doğu Akdeniz’deki bütün ilgili tarafların mevcut koşullar ve özel durumları da dikkate alarak yapacakları sınırlandırma antlaşmaları sonrasında tespit edilecektir.

Bu çerçevede, Türk araştırma gemisi Barbaros Hayrettin Paşa ve onu takip edecek unsurlar ile Abdulhamit Han gemisinin faaliyetleri bütünüyle Doğu Akdeniz’deki Türk kıta sahanlığı içindedir.

 

Türkiye burada uluslararası hukuktan kaynaklanan ipso facto ve ab initio özel egemen haklarını kullanmaktadır.

Türkiye Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığının batı sınırlarının belirlenmesi için somut koordinatlar (32°16’18”) ve Mısır ile orta hattı takip eden 28 derece doğu boylamının batısındaki bir noktayı işaret etmektedir.

 

Tablo 1:Doğu Akdeniz’deki Coğrafi Ölçümler ve Kıyı Uzunlukları:

 

 

 Doğu Akdeniz’in stratejik önemine dair birkaç noktayı burada vurgulamakta fayda bulunmaktadır, şöyle ki;

Deniz ticareti açısından çok önemli bir yoldur. Dünya hidrokarbon rezervlerinin yarıdan fazlasına (dünya petrol rezervlerinin %60’ları ve dünya gaz rezervlerinin de %40 küsuru buradadır) sahip Ortadoğu’ya yakınlık söz konusudur. Rezerv kayaların devamlılık arz etmesi ayrı bir petrol jeolojisi konusudur.

Konu; Mısır, Yunanistan ve GKRY’yi de yakından ilgilendirmektedir. Uluslararası toplum bu konuda uluslararası hukuka uygun adımların atılmasını diliyorsa destek ve yardımcı olmalı genel de olduğu gibi detaylı-teknik-centilmen ama ahlak/etik yoksunu ve ikiyüzlülük ve çifte standart içermeyen, peşinen suçlamayan tutum takınmalı ve uzlaştırıcı olmalıdır.

GKRY, 2004 yılında ihtilaflı hususları dikkate almaksızın “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı ve sanıyla MEB ilan etmiştir. Sonra da 2003’de Mısır 2007’de Lübnan ve 2010 yılında da   İsrail ile MEB sınırlandırma anlaşmaları yapmıştır. Güneyinde 13 adet arama ruhsatı vermiş. Bu parsellerden sekiz adedinde KKTC’nin hakkı bulunmakta, kalan beş adedi ise Türk kıta sahanlığını ihlal etmektedir.

 

 

Şekil 3:TPAO Ruhsatları ile GKRY Ruhsatlarının Çakıştığı Alanlar

 

 

 

 

KKTC Bakanlar Kurulu da Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı'na (TPAO) Ada'nın etrafındaki deniz alanlarında petrol-doğalgaz arama ruhsatları vermiştir.

TPAO, Piri Reis sismik araştırma gemisi ile KKTC adına “Bölgesi” olarak adlandırılan ruhsat sahasında jeofizik araştırma ve sismik veri toplama çalışmasına başladı. Çalışmalarını tamamlayan Piri Reis, bu sürede 4 bin kilometre alanda veri toplama çalışması yapmıştır.

2 Kasım 2011'de Lefkoşa'da, KKTC Ekonomi ve Enerji Bakanlığı ile Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı arasında “Petrol Sahası Hizmetleri ve Üretim Paylaşımı Sözleşmesi” imzalandı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı huzurunda yapılan anlaşmaya, KKTC Ekonomi ve Enerji Bakanı ile TPAO Genel Müdürü imza koymuştur. Anlaşma, TPAO'ya kâr payı esasına göre arama, kuyu açma ve işletme yetkisi vermektedir.

Bir gazete manşeti; “28 Aralık 2011'de, Kıbrıs Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas, Rum yönetimin tek yanlı “Münhasır Ekonomik Bölge” ilan ettiği bölge içinde yer alan ve “Afrodit” olarak adlandırılan 12. parselde, sondaj çalışması yapan Noble Energy şirketinin, doğalgaz bulduğunu açıkladı.”.

Bunu takiben de 14 Şubat 2012'de, Kıbrıs Rum yönetimi 12. parsel dışında kalan diğer 12 parsel için doğalgaz ve petrol arama-işletme imtiyaz hakkı dağıtım ihalesini ilan etmiştir.

Bunlardan Afrodit isimli (12 nolu parselde) sondaj çalışmaları American Noble Energy ile İsrail’den Delek devam etmektedir. Burada 200 milyar metreküplük doğalgaz keşfi 2011 yılında duyurulmuştu. Bu sahadan ihracata dair planlama, fizibilite ve tasarım çalışmaları devam etmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Şekil 4: GKRY ‘nin İlan Ettiği Petrol Arama Sahaları:

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Şekil 5: Türkiye İçin En Kötü Senaryo olarak Doğu Akdeniz MEB Sınırları

 

Kıta sahanlığının bir ileri aşaması Münhasır Ekonomik Bölgenin (MEB) belirlenmesidir.

 MEB, deniz yetki alanlarının belirlenmesinde kıta sahanlığının önüne geçtiğinden bugüne dek sessiz ve pasif kalmış Türkiye bu konuda aktif olduğunda rahatsızlık su yüzüne çıkmıştır. Oysaki en doğu sahilde gaz üretimi (Leviathan sahaları) çoktan araştırma-çıkartma- üretim aşamasına geçti bile ve Midstream-downstream planlaması devam etmektedir.

Özetle Doğu Akdeniz’de sahil sahiplerinin bilinen tarafların Türkiye‘yi görmezden gelerek dışlayarak MEB sınırlandırma antlaşmaları yapması mecburen Türkiye’yi de bazı adımlar atmaya zorlamıştır. Teknik düzeyde de bunun altını doldurabilmeye başlamış olması ise hakkı olanı savunabilmesi (Hak verilmez alınır! Unutmayalım) anlamına gelmektedir.

Bu kapsamda Türkiye düşey hat esasına göre oluşturabileceği sınırlandırma haritasından 145 bin km olarak görünen deniz yetki alanlarının, GKRY ‘nin benimsediği usül olan diagonal hat esasına göre yeniden belirlenilmesi halinde ise alanın 189 bin km’ye çıkacağı görülmektedir.

Ancak Türkiye’nin öncelikle düşey hat esasını kabul ettirmesi mevcut durumun kendisi için yarattığı dezavantajı hafifletebilecektir.

 

Şekil 6: Diagonal Hat Esasına Göre Belirlenebilecek Sınırlandırma Alan Sınırları

 

 Bu çerçevede Türkiye’nin ileri sürebileceği hukuki savları toparlayacak olursak;

Deniz alanlarının sınırlandırılmasında tek taraflı işlem ve uygulama yapılamayacağı. Bu konuda ikili anlaşmalarla taraflarla çözme yoluna gitmeyi denemeli.

Kıta sahanlığı sınırlandırılmasında doğa uzantı esasının temel prensip sayılması. Bir devletin doğal uzantısı başka bir devletin doğal uzantısına girmemelidir (Kuzey denizindeki anlaşmazlıklarla ilgili UAD 1969 da kabul edilen karara atfen).

Sınırlandırmada hakkaniyet ilkelerinin esas alınması buna uygun çözümlerin ancak kabul edilebileceğinin savunulması.

1958 Cenevre sözleşmesinde geçen “Sınırlandırmada eşit uzaklık kuralının” mutlak uygulanır olmaması ve Türkiye açısından mutlak uygulanabilir bir kural olmadığının savunulması.

Türkiye’nin coğrafi konumu dikkate alındığında Yunanistan ile olan sınırlandırma konusunda savunma yapılırken adaların özel nitelik ve statü teşkil ettiğinin kabulü ve savunulması. Zira adaların bağımsız kıta sahanlığına sahip olacakları yönünde geçen ifadelerin UAD tarafında yorumlanması farklıdır. Adalara kıta sahanlığı tanınırken karşı kıyı tarafındaki (Anadolu ve Türkiye) devlete olan yakınlığı, adalardaki yaşamın ve yoğunluğun dikkate alınması hatta adaların ve bazı adacıkların tek başına kıta sahanlığına sahip olamayacaklarını savunup bazı durumlarda sadece karasuları sınırlandırması yapılabileceği kabulüne dayanılarak haklı bir savunma yapılabilir.

Hakkaniyete uygun sınırlandırmanın yapılması gerektiği konusunda daha çok başka bir devlete yakın olan adaların varlığı söz konusu olduğunda konu hassasiyet içermektedir. (Ege Denizi Adaları gibi). Hakkaniyet ilkesine göre hiçbir ada veya adacık, üzerinde kısmi ya da geçici yaşam (hatta başka mutabakat ve anlaşmalara aykırı olarak orada askeri üs dahi olsa!) dahi olsa başka bir devletin denizlerdeki coğrafi pozisyonunu kapatacak şekilde kıta sahanlığına sahip olamaz.

Böyle bir durumda bu evrensel sayılabilecek ilke gereği bu tip adalara sadece karasuları sınırlandırılması hakkı tanınmalıdır.

Bu anlamda “eşit uzaklık” ilkesinin de bu durumlarda pek uygulanabilirliği kalmamaktadır.

Doğu Akdeniz tam da bu duruma uygun olarak ele alınmalı ve haklarımız savlarımız bu şekilde savunulmalıdır. Zira Mesi, Rodos gibi adalara tek başına kıta sahanlığı tanınması girişimi kasıtlı ve hakkaniyetsiz şekilde Türkiye’nin (Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıyı uzunluğu 533 mil’dir.) bölgedeki haklarını ve yaşam-ticaret alanlarını sınırlandıracaktır.

Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı sınırına sahip ülke Türkiye’dir. Bunun sonucu olarak Türkiye’nin doğal uzantısı üzerinden ve kıyıya yakın bölgelerde çok sayıda ada, adacık ve kayalık bulunmaktadır. Kaş/Antalya bölgesinde ve kıyının hemen karşısında yer alan Karaada ve Fener Adası, Meis gibi Anadolu’nun güney sahillerinin doğal uzantısı üzerinde yer alan müstakil adalar olup Meis Adası’nın tabi veya bitişik adacığı da değildir. Türkiye’nin Fener Adası (İpsili) ve Karaada üzerinde egemenlik tartışması başladığında Yunanistan’a göre daha avantajlıdır. Meis Adası üzerindeki tartışmada Türkiye’de koz olarak bu iki adayı öne sürebilir. Bu iki adanın Türkiye’nin egemenliğinde kalması durumunda Meis Adasının Doğu Akdeniz kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge paylaşımında etkisi olacağı tezinin mantıklı bir hukuki açıklaması kalmayacaktır.

Türkiye-Mısır arasında deniz yetki alanlarının tespiti için  anlaşma yapılması gerekliliği bulunmaktadır zira aksi durumda Türkiye açısından dar bir alan sıkışma söz konusudur.

Son olarak Doğu Akdeniz’in yarı kapalı bir deniz oluşu, Türkiye’nin bu denizdeki sınırlandırmanın özel şartlar dahilinde ancak yapılması gerekliliği savını güçlü şekilde ileri sürmesine olanak vermektedir.

Bu alanda genel ilkelerin (tarafların menfaatlerine uygun olanlarının belirlenip seçilerek) doğrudan, adaptasyon dahi edilmeden, uygulanması değil özele inilerek somut veri ve olaylara dayanır. Hakkaniyet ilkeleri çerçevesinden bakacak ve uyacak ilkelerin belirlenmesine ve uygulanması yoluyla söz konusu olabilecektir. (Bkz. kaynak no:4)

 

Özman, Aydoğan Deniz Hukuku, Turhan Kitapevi, İstanbul.

Kuran, Selami ,2009, Uluslararası Deniz Hukuku, Türkmen Kitabevi, İstanbul.

Baykal, Ferit Hakan (1987), Devletler Hukukunda MEB Kavramı ve Hukuki Niteliği, İstanbul Üniversitesi Yayınlar, İstanbul.

Kaya, Safa. İ. (2015), Uluslararası Deniz Hukuku Çerçevesinde Doğu Akdeniz’deki Petrol ve Doğal Gaz Kaynakları. Adalet Kitapevi, Ankara.