Kurumumuz Bünyesinde Stajyer Alınacaktır.

13 Şubat 2023

Staj Başvurusu
Kurumumuz Bünyesinde Grafik Tasarım Uzmanı Alınacaktır!

13 Mart 2023

İş Başvurusu
DUYURULAR
Doğu Avrupa’daki Füzelerin Kaldırılması Karşılığında Rusya İran’a Olan Desteğini Çeker mi?

Son günlerde ABD’nin İran ve Afganistan politikaları ile bölgesel güvenlik algılamalarında gözle görülür değişiklik sinyalleri alınmaktadır. Bütün dünya gibi biz de Türkiye’de alınması planlanan yaklaşık 8 milyar dolarlık Patriot füzelerini tartışırken ABD Doğu Avrupa’ya kuracağı radar ve füze savunma sistemlerini Çek Cumhuriyeti ve Polonya’ya kurmaktan vazgeçtiğini açıkladı. Ardından bölgede İran’ın yakın çevresine oluşturacağı tehditleri önleyebilecek kapasitede hareketli füze savunma sistemleri kuracağını ilan etti. Bu gelişmeler ilk bakışta Rusya tarafından olumlu karşılandı ve Rusya’nın bu gelişmeler karşılığında İran’a verdiği siyasi ve teknik desteği çekeceği yönünde yorumlara sebep oldu.

Bu gelişmeler karşılığında Rusya’dan gelen açıklamalarda temkinli bir tutumun hakim olduğu görüldü. Rusya şimdilik Polonya sınırına yerleştireceğini açıkladığı İskender füzelerinden vazgeçebileceğini söyledi. Ancak İran konusunda net bir açıklama yapmadı. Bu konuda fazla beklenmesine gerek kalmadı ve Rusya’nın bu konudaki ilk somut adımı BM Güvenlik Konseyi toplantısında attı. Toplantıya katılan Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Dmitri Medvedev İran’da yeni bir Uranyum Zenginleştirme Tesisi yapıldığına dair haberler çıkması üzerine şu açıklamayı yapmıştır. “Medvedev, Pittsburgh'da yayımladığı yazılı açıklamada, İran'ın yeni açıklanan ikinci nükleer tesisinin Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu tarafından acilen incelenmesi gerektiğini ve bu tesisin inşa edilmesinin kendilerinde derin kaygı uyandırdığını vurgulayarak, tesisin, BM Güvenlik Konseyi kararlarına aykırı olduğunu belirtti.” 

ABD Başkanı Baracak Hüseyin Obama sonrası Rusya ABD ilişkilerinde ABD’nin gözle görülür bir şekilde Rusya’nın isteklerini hayata geçirdiği görülmektedir. Rusya önce şiddetle karşı çıktığı Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO üyeliği konusunda istediğini Batı’dan aldı. Ardından da kendi milli güvenliği için çok büyük tehdit saydığı Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ndeki füze ve radar sistemlerini kaldırttı. Peki ama Rusya bu aldıklarının karşılığı olarak Obama’nın çok ihtiyaç duyduğu İran konusunda destek verecek midir ABD’ye. Kanaatimizce bu sorunun cevabı orta ve uzun vadede hayırdır. Rusya aldıklarının karşılığında muhtemeldir ki, öncelikle Aralık’ta süresi dolacak stratejik silahlarda indirim anlaşmasının (START-1) yenilenmesi için müzakerelere devam edecektir ve hatta bu konuda ilerleme dahi sağlanabilecektir. Ayrıca İran konusunda bazı adımlar da atabilecektir. Zira İran’a sürekli destek konusunu bir süreliğine Çin’e devreden Rusya bu konuda kısa vadede hareket serbestisi kazanmış olacaktır. Ancak Rusya’nın İran konusunda kısa vadede bazı taktik adımlar atmakla beraber gerçek manada ABD’ye beklediği desteği vereceği düşünülmemektedir.

Not: Aşağıdaki makale Editörlüğünü Mehmet Tuncel’in yaptığı ve Etkileşim Yayınlarından 2008 yılında çıkan “Hedef Neden İran? Ortadoğu'da Güç Savaşları” isimli kitapta aynı başlık ile yayınlanmıştır. Konunun güncelliği açısından aşağıda aynen verilmiştir.

11 Eylül Sonrası İran-Rusya İlişkileri

İran ile Rusya arasındaki diplomatik ilişkilerin geçmişi XVI. yüzyılın başlarına kadar uzanmaktadır.[1] Rusya ile İran arasında 1813 yılında imzalanan Gülistan ve 1828 yılında imzalanan Türkmençay anlaşmaları aynı zamanda bugünkü Azerbaycan’ın bölünerek önemli bir kısmının İran toprakları içerisinde kalmasına da sebep olmuştur. İran, “kuzey komşusu Rusya’dan” tarihi boyunca korkmuştur. Çünkü Rusya’ya (Türkiye gibi) “sıcak denizlere inme” arzusuyla İran topraklarını işgal etme isteğine sahip bir ülke gözüyle bakılmıştır. Bu korku ve komünizm tehlikesi İran’ı XX. yüzyıl boyunca Rusya ile mesafeli bir ilişki kurmaya itmiştir. SSCB’nin dağılmasıyla Rusya küçülmüş, İran ile olan kara sınırı ortadan kalkmıştır. Üstelik SSCB’nin çöküşü ile komünizm ideolojik tehdit olmaktan da çıkmıştır. Söz konusu gelişmeler, İran-Rusya ilişkilerinin karşılıklı çıkar ilişkisi temelinde şekillenmesini sağlamıştır.[2]

İkili ilişkilerin çağdaş dönemdeki temelleri 20 Mayıs 1920 yılında karşılıklı olarak birbirlerini tanıdıklarına dair verdikleri nota ve 25 Aralık 1991 yılında İran’ın Rusya Federasyonu’nu SSCB’nin yasal mirasçısı olarak tanıdığını açıklaması ile atılmıştır. Son dönem İran-Rusya ilişkilerinin en önemli dökümanlarından birisi ise 12 Mart 2001 tarihinde imzalanan Karşılıklı İlişkiler ve İşbirliği’nin Temelleri konulu anlaşmadır.

İslam devriminden önce ABD’nin müttefiki olan ve Moskova’dan uzak duran, devrimden sonra da ABD’yi “büyük şeytan” Sovyetler Birliği’ni ise “küçük şeytan” olarak nitelendiren İran, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası oluşan yeni uluslararası ortamda Rusya ile ilişkilerini günden güne geliştirmiştir. Doksanlı yılların ikinci yarısından itibaren daha çok nükleer enerji konusunda Rusya’nın İran’a destek vermesi ve İran’ın da Rusya’nın eski Sovyet coğrafyasındaki üstünlüğünü kabullenmesi şeklinde ortaya çıkan Rusya-İran ittifakı ABD başta olmak üzere birçok ülkeyi tedirgin etmiştir.[3]

İki ülke ilişkileri 22 Eylül 1980 yılında başlayan İran-Irak savaşı[4] esnasında bir duraklama devri yaşamıştır. SSCB aslında başlangıçta İran’ı desteklemiş ama bir süre sonra Irak’a silah satışlarını başlatarak İran’ı küstürmüştür. İkili ilişkiler 1987’den sonra düzelme yoluna girmiştir.

5 Kasım 1989 yılında İran’ın Dini Lideri Ayetullah Humeyni’nin özel mesajı ile SSCB’yi ziyaret eden Haşimi Rafsancani Mihail Gorbaçov ile görüşmüş ve bu görüşmede daha çok askeri alanlarda olmak üzere toplam değeri 5.1 milyar dolar olan dört önemli anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşmalardan sonra SSCB’nin de yıkılmasının tesiriyle İran ile Rusya arasındaki ilişkiler uzun süre asgari düzeyde kalmıştır.

Dönemin Parlamento Başkanı Haşimi Rafsancani’nin 1989 yılında SSCB’ye yaptığı ziyaret sonrasında İran’dan Rusya Federasyonu’na yapılan en üst düzey ziyaret 12-15 Mart 2001 tarihleri arasında İran Cumhurbaşkanı S.M. Hatemi’nin Moskova’ya yaptığı resmi ziyarettir. Putin tarafından oldukça sıcak bir şekilde karşılanan Hatemi’nin ziyareti esnasında İran-Rusya ilişkilerinin bundan sonraki seyrini bir çerçeveye oturtacak “İran ile Rusya Arasında Karşılıklı İlişkilerin Temelleri ve İşbirliği İlkeleri Anlaşması’dır.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Hazar’a Kıyısı Olan Ülkeler Liderleri Toplantısı’na katılmak için 15-16 Ekim’de İran’a yapmış olduğu seferi bu manada uzun bir süreden sonra bir Rus Devlet Başkanının İran’a yaptığı ziyaret niteliği de taşımaktadır. Ancak uzun süredir İran’ın resmi davetlerini çeşitli bahanelerle kulak ardı eden Kremlin İran’a ayrıca bir ziyaret yapmak yerine Hazar’a Kıyısı Olan Ülkeler Toplantısına katılmayı daha uygun görmüştür. Böylece hem Batının daha fazla tepkisi alınmamış ve hem de İran’a istediği verilmiştir. İkili ilişkilerde liderlerin ziyaretine baktığımız zaman karşımıza ilginç bir tablo çıkmaktadır. Zira 15-16 Ekim 2007 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Hazar’a Kıyısı Olan Ülkeler Liderleri Toplantısı’na katılmak için İran’a yapmış olduğu seferi saymazsak bu ülkeden İran’a gelen en son Rus lider SSCB döneminde 1943 yılında Josef Stalin’in bu ülkeye yapmış olduğu ziyareti görmekteyiz.[5] İran tarafından ise SSCB’ye yapılan en önemli ziyaret İran Şahı’nın Temmuz 1956’da Moskova’ya yaptığı ziyarettir. İran Şah’ı devrimden önce Moskova’ya birçok resmi ve özel ziyaret gerçekleştirdiği bilinmektedir. Şah’ın son ziyaret tarihi ise 1974 yılıdır.

Putin’in Tahran Ziyareti

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Hazar’a Kıyısı Olan Ülkeler Liderleri Toplantısı’na katılmak için 15-16 Ekim’de İran’a ziyarete gitmiştir. Bu ziyareti İran uzun süreden beri beklemekteydi. Zira İran Putin’i çeşitli kereler resmen davet etmişti. Ama Putin bu davete icabet etmeyi her seferinde ertelemekteydi. Şimdi ise Putin Tahran’a bölgesel bir toplantı vesilesiyle katılarak hem batının daha fazla tepkisi alınmamış ve hem de İran’ın davetine icabet etmiştir.

Her ne kadar bu ziyarette de Hazar kıyıdaşı ülkeler arasındaki konferans gerekçesi bulunmaktaysa da iki ülkenin siyasi tavırları ön plana çıkmıştır. Nitekim bütün ajanslar, beş ülkenin Hazar'ın paylaşımı konusundaki aldığı kararlardan çok, Putin ile Ahmedinecad'ın açıklamalarına yer vermişlerdir. Bu zirveden de Hazar'ın siyasi statüsü konusunda bir anlaşma çıkmamıştır. Ancak beş Hazar ülkesinden her biri diğer bir Hazar ülkesine saldırmamayı taahhüt ettiği gibi, üçüncü bir ülkenin bir Hazar ülkesine saldırısı için topraklarını kullandırtmamayı da kabul etmiştir. Hazar ülkeleri arasında siyasi, ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi, askeri alanlara da yayılması konusunda ilk adım atılmıştır. Bütün bunlar İran'ın içinde bulunduğu şartlar dikkate alındığında, bu ülke açısından son derece önemli kazanımlardır. Tahran zirvesinde nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşmasının (NPT) uygulanması yönünde kararlılık teyit edilirken, İran'ın barışçıl amaçlarla nükleer teknolojiyi geliştirme hakkı olduğu deklare edilmiştir.[6] Bu zirvede “Hiçbir koşulda birbirimize saldırmayız ve topraklarımızı aramızdan birine askerî operasyon düzenlenmesi için kullandırtmayız” ifadeleri İran açısından son derece önemlidir. Zira çeşitli batı basın yayın organlarında zaman zaman ABD’nin İran’ı vurmak için Azerbaycan ve kısmen Türkmenistan üzeriden vurabileceğine dair haber ve analizlerin yapılması bu ülkeyi tedirgin etmekteydi. İran’ın tedirginliğine sebep olan bir diğer faktör de Azerbaycan nüfusunun yaklaşık 5 katı Azeri nüfusun İran topraklarında yaşamasıdır. Bu durum İran’ın Azerbaycan-ABD ilişkileri konusunda şüphelerini artırmaktadır.

Hazar zirvesinin en önemli sonuçlarından birisi askeri alanda gerçekleşmiştir. Putin, Hazar'a komşu ülkelerin liderlerini Hazar Denizi'nde görev yapacak, aynı zamanda işbirliği ve güvenliği sağlayacak KASFOR (Caspian Force, CasFor) adında bir askeri deniz gücünün kurulmasını önermiştir. ABD’nin de buna benzer bir önerisi olduğu hatırlandığında ve ABD’nin bazı Hazar kıyısı ülkelerine (Türkiye ile birlikte) bazı askeri deniz gücü yardımları yaptığı dikkate alındığında Putin’in bu teklifinin önemi ortaya çıkmaktadır. Görüşmede bu konuda net bir karar alınamamıştır ancak Rusya’nın bu alandaki lobi faaliyetleri devam etmektedir.

İran’ın Dini Lideri Ayetullah Seyid Ali Hamaneî, Rusya devlet başkanı Vladimir Putin’i kabulünde Putin'in, İranla ilişkilerini bütün alanlarda sınırsız geliştirmeye ciddiyetle baktıklarına dair açıklamasına işaret ederek "Biz bu tür ilişkileri memnuniyetle karşılıyoruz ve ilişkilerin geliştirilmesi her iki ülke halklarının çıkarlarına olduğuna inanıyoruz" diye konuşmuştur. Hamaney konuşmasında ayrıca Rusya ve İran'ın ilişkilerin geliştirilmesi için muhtelif alanlarda önemli ve zengin potansiyellerin bulunduğunu hatırlatarak, "Bağımsız bir İran'ın, Rusya'nın güçlenmesine, güçlü bir Rusya'nın da İran'ın yararına olduğunu" söylemiştir.[7]

Rusya ile İran arasındaki devletten devlete iyi bir düzeyde yürütülen ilişkilere halkın nasıl baktığı konusu da önemli bir yer tutmaktadır. Bu alanda zaman zaman ilginç kamuoyu yoklamaları yapılmaktadır. Oldukça geniş katılımlarla yapılan kamuoyu yoklamalarının en ilginci FOM tarafından İran ve Rusya’da yapılan kamuoyu yoklamalarıdır. Buna göre Rusya’da halkın yüzde 31’i İran’ı Rusya’ya dost olan ülkeler sınıfına koyarken yüzde 25 İran için dost olmayan ülke tabiri kullanmıştır. Ankete katılanların yüzde 41’i ise bu soruya cevap vermekte güçlük çektiğini belirtmiştir.[8]

Rusya’nın İran ile olan ilişkileri daha çok jeostratejik ve jeoekonomik karakter taşımaktadır. İran’ın askerî gelişmesinin Orta Doğu’yu dengesizleştirmesi ve petrol akımının kesilerek petrol fiyatlarının yükselmesi Amerika’yı en çok korkutan hususlar arasındadır. Bütün bu korkulara karşın, Clinton döneminde Rusya’ya karşı herhangi bir yaptırım uygulanmamıştır.[9] Amerika’nın İran hususunda diğer bir korkusu, Rusya’nın verdiği teknoloji ile İran’ın İsrail, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi müttefiklerini vuracak füzelere sahip olmasıdır. Bir diğer ve son dönemlerin en önemli korkusu ise İran’ın Nükleer silah yapım kapasitesine sahip olmasıdır.

Amerikalı analizciler, Rusya ve Amerika’nın İslâmî radikalizmi bir tehdit olarak görmelerine karşılık, stratejik açıdan farklı görüşleri olduğunu belirtmektedirler. Rusya’nın tehdidin kendi siyasal, ekonomik ve askerî zayıflığından dolayı gene kendi içindeki İslâmî topluluklardan geldiğini algıladığına inanıyorlar. Rusya kendi içindeki İslâmî toplulukların, aynı ayrılıkçı etnik gruplarda olduğu gibi, küçük devletçikler biçiminde bağımsızlıklarına kavuşmak istediklerine inanmaktadır. Rusya’nın bu durumda düşmanları İran, Irak ve Kuzey Kore değil, kendi içindeki İslâmî topluluklar ve Afganistan’da kendi üzerine saldırtılan Taliban gibi gruplardır. Oysa olaylara Amerikan tarafından bakacak olursak, Amerika’nın düşmanlarının, Amerika’nın izlediği politikalar nedeniyle kendisine saldıran dış güçler olduğunu görmek mümkündür. O hâlde Amerika ile Rusya arasında terörist devletlerin veya teröristin kim olduğu konusunda bir algılama farkı bulunduğunu söylemek mümkündür. Bu açıdan bakıldığında, gene Amerikalı stratejistlere göre, İran, Rusya için Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya’da dengeleyici ve düzenleyici bir güç olarak belirmektedir. Kuzey Kore bir tehdit değil, ancak dengesiz bir komşudur.[10]

Rusya, 11 Eylül sürecinde ABD’ye verdiği destek karşılığında Batı’dan büyük bir beklenti içerisine girmiş ancak bu beklentilerinin de yine büyük bir kısmı karşılanmamıştır. Elbette ki, uluslararası ilişkilerde hiçbir ülkenin beklentilerinin tamamının karşılanması düşünülemez. Ancak Rusya açısından bakıldığında bu ülkenin tatmin edilemeyen beklentilerinin genel toplamda verdiklerine oranla çok daha az olması bu ülkeyi farklı arayışlara itmiştir. Rusya – İran ilişkilerinin sıkılaşması da bu döneme denk gelmektedir. Her ne kadar iki ülke arasındaki Nükleer Santral Anlaşması 1997 yılında imzalansa da bu alanda ciddi çalışmaların 11 Eylül sonrasına denk geldiği görülmektedir.

Putin, 11 Eylül’ün hemen ertesinde Batı’dan özellikle ekonomik alanda yeterince ilgi görmediğini düşünerek ABD’nin “şer ekseni” olarak adlandırdığı ülkeler ile bir dizi ekonomik anlaşma imzalamaya başlamıştır. Özellikle İran ile imzaladığı nükleer santral inşası yapım anlaşmaları Batı basınında ve ABD yönetiminde 11 Eylül’den sonra başlayan Rusya-ABD balayının bittiğine yönelik yorumlara sebep olmuştur. Beyaz Saray’ın bu gelişmelerden rahatsız olması, Rusya ve ABD’nin dostluklarının sorgulanmasını gündeme getirmiştir. Ancak Kremlin sürekli olarak bu anlaşmaların ABD ile ilişkilere zarar vermeyeceğini ve anlaşmaların ekonomik gerekçelerle imzalandığını açıklamıştır. Ünlü The Ekonomist Magazine dergisi Rusya’nın İran ile ilişkilerinin sebebini sorguladığında verilen cevap “for money” (para için) olmuştur. İşte bu cevap Rusya’nın uluslararası arenada İran ile ilişkilerine haklılık kazandırmak için ileri sürdüğü temel argümanlardan birisidir.[11]

11 Eylül Sonrası Yeni Küresel Düzende İlişkiler

11 Eylül terörist saldırılarından sonra Afganistan’a ve ardından da Irak’a yapılan askerî müdahaleler “uluslararası terörizmle mücadele” boyutlarını aşarak uluslararası yeniden yapılanma sürecine dönüşmüştür. ABD, ortaya attığı ve kısaca “Büyük Ortadoğu Projesi” olarak formüle edilen yeni proje ile Kuzey Afrika’dan Pakistan’a kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada dünyayı yeniden dizayn etmeye kalkışırken, Sovyetler Birliği’nin mirasçısı olan Rusya, artan petrol fiyatlarının da desteğini arkasına alan yeni lideri Vladimir Putin ile bölgede yeni bir “Dış Politika Konsepti” geliştirmeye başlamıştır.[12] 11 Eylül saldırılarının bölgede en çok etkilediği ülkelerin başında İran ve Rusya gelmektedir. Zira 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’nin Orta Asya, Afganistan ve Irak’a yerleşmesi Rusya ve İran açısından ABD tehlikesini daha da artırmış bu ortak tehdit algılaması bu iki ülkeyi daha fazla birbirine yakınlaştırmıştır.

İran’da Mahmud Ahmedinejad’ın iktidara gelmesiyle Rusya İran ilişkileri özellikle de nükleer santraller alanında önemli gelişmeler kaydetmiştir. Ahmedinejan’la beraber Rusya, İran’ın bölge politikasında başat rol oynamaya başlamıştır. Peki ama Ahmedinejad İran’ı ile Putin’in Rusya’sını yakınlaştıran neydi bu sorunun cevabını aşağıdaki başlıklar halinde sıralamak mümkündür. Ancak ondan önce şunu söyleyebiliriz ki, birçok analizcinin fikrinin aksine, Ahmedinejad’ın dış politikası dini radikalizmden beslenen basit bir popülizm, Saddamvari dünyaya başkaldırış veya bir delinin akıl almaz davranışları değil, tam tersine binlerce yıllık geleneği olan bir devletin bütün kurumları ve Velâyet-i Fakih’i (dinî lider) tarafından desteklenen planlı bir stratejinin ürünüdür.

Bugün İran ile Rusya’nın birçok bölgesel ve uluslararası sorunda benzer yaklaşımda oldukları görülmektedir. Bu konuları aşağıdaki başlıklar halinde sıralamak mümkündür:

– ABD’nin Kafkasya ve Orta Asya olmak üzere bölgeye askeri üs kurma girişimlerine her iki ülke de karşıdır ve bu üsleri kendilerine bir tehdit olarak görmektedirler.

– NATO’nun doğuya doğru genişlemesine her iki ülke karşıdır.

– ABD’nin tek başına dünya jandarmalığına ve liderliğine soyunmasına karşıdırlar. Her iki ülke de çok kutuplu dünya düzeni tezini savunmaktadır.

– Irak’ta ve Afganistan’da Amerikan ve diğer ülke askeri varlığı bulundurmalarına karşıdırlar.

– Filistin ve genel olarak Orta Doğu sorununa bakış açılarında paralellikler bulunmaktadır.

– Üçüncü ülkelerin Hazar’da bulunmasına ve özellikle de bir şekilde askeri varlık bulundurmalarına karşıdır

– Hazar bölgesi enerji kaynaklarındaki aslan payının yabancılarda olmasına karşıdırlar.

– Boru hatları konusunda her ne kadar rakip olarak dursalar da boru hatlarında ABD destekli Türk seçeneğine karşıdırlar.

– Özellikle Türkiye’nin bölgede Türk Cumhuriyetleri ile kurmaya çalıştığı sıkı diyaloga ve bu ülke liderlerini bir çerçeve örgüt altında toplamaya her iki ülke de karşıdırlar. Zira her iki ülke de kendi içerisinde yaşan çeşitli Türk boylarına mensup azınlıkların bu girişimlerden etkileneceğini düşünmekte, ayrıca Türkiye’nin bölgede etkinliğinin artmasını arzulamamaktadır.[13]

– ŞİÖ çerçevesinde gözlemci üye statüsü alan İran’ın bu örgüt içerisinde de Rusya ile yakın mesaide bulunması beklenmektedir.

– Her iki ülke de Fars körfezinde yabancı savaş gemilerinin bulunmasına karşıdır ve bir an önce ilk aşamada bu gemilerin sayısının azaltılmasını talep etmektedirler.

– Rusya’nın dış politika konseptine bakıldığı vakit İran’ın onun Müslüman dünyası içerisinde en önemli ortaklarından birisi olduğu konusu tesadüfi değildir. Rusya İran’ı bölgede kendisi için en büyük tehlike gördüğü Vahhabizmin yayılmasını önlemek için işbirliği yapabileceği bir ülke olarak görmektedir.

– Her iki ülke de Azerbaycan’ın güçlenmesi ve İran içerisinde yaşayan yaklaşık 30 milyon Azerbaycan Türkünün bağımsızlık isteklerini kamçılamasını arzu etmemektedir.

– İran’ın İKÖ içerisinde ve genelde İslam dünyası ile ilişkilerde Rusya’ya verdiği destek Moskova tarafından yüksek önemde kıymetlendirilmektedir.

– Her iki ülke de büyük petrol ve doğalgaz kaynaklarına maliktir ve ellerindeki bu kaynakları bir dış politika aracı olarak kullanmak, ayrıca da yüksek fiyattan pazarlara arzetmek istemektedirler. Özellikle doğalgazın stratejik önemi iki ülkeyi bu alanda rakip olmalarına karşın yakınlaştırmaktadır. İran’ın önerdiği Gaz OPEC’ine Rusya şimdilik sıcak bakmasa da orta vadede yapılması ihtimal dahilindedir.

Görüldüğü gibi İran ve Rusya’nın listesi daha uzatılabilecek çok sayıda ortak çıkar alanları mevcuttur. Bu ortak çıkar alanları elbette ki, Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarıyla örtüşmemektedir.

İran, Rusya’nın bölgede ilişki geliştirebildiği neredeyse tek ülke konumundadır. Geleneksel olarak İran, Kafkasya ve Orta Asya gibi konularda, Rusya ile birlikte hareket etmiştir. Rusya-İran ilişkilerinin temelinde Rusya açısından iki önemli faktör vardır. Her şeyden önce, ABD ve Batı dünyasının silah ambargosuyla karşı karşıya olan İran, Rusya için önemli bir silah pazarıdır. İran’ın Rusya için ikinci önemi ise, stratejiktir. Bu, İran’ın bölgede ABD karşıtı duruşuna bir destek mahiyetinde ortaya çıkmaktadır. ABD karşıtı İran’ı desteklemek Rusya için stratejik bir gerekliliktir. İran, Rusya’nın Orta Doğu’da son tutunma noktasıdır. Sovyet döneminde Suriye’de etkili olan Rusya, bu ülkeyi 1991 sonrasında kaybetti. Saddam döneminde Irak’la iyi ilişkiler kurmaya, petrol imtiyazları almaya çalıştı. ABD’nin Irak’ı işgali ile bu ülke de Rusya’nın jeopolitik kayıpları arasında yerini aldı.[14] Rusya’nın bugün Orta Doğu politikası SSCB’den farklı olarak İran’a endekslenmiş durumdadır. Rusya’nın Orta Doğu ülkeleri içerisinde nüfuzunun en fazla olduğu ülke İran’dır.

İran’a yapılacak bir saldırı sonrası Irak gibi istikrarsız bir ortama sürüklenmesi önce Güney Kafkasya ülkelerini (özellikle Azerbaycan’ı) ve ardından da Rusya toprakları içerisinde yer alan Müslüman Kuzey Kafkasya ülkelerini etkilemesi kaçınılmazdır. Bu sebeple de Rusya İran’a yapılacak saldırıları önlemek için elinden gelen her türlü çabayı göstermektedir. Ayrıca ABD müdahalesi sonrası İran’da değişecek rejimin ABD yanlısı olması kaçınılmazdır. Bu yeni rejimle ABD rahatlıkla Hazar Denizi’ne, Kafkasya ve Orta Asya ülkelerine nüfuz etme imkanı bulabilecektir ki, bu Rusya’nın asla katlanamayacağı oranda büyük bir tehlikedir. Zira ABD’nin bölgeye nüfuz etme çabalarının önündeki en büyük engel olarak İran durmaktadır.

Siyasi Bilimler Fakültesi Öğretim Görevlisi Dr. Hüccet Ziyayi’nin de ifade ettiği gibi Tahran ve Moskova'nın ekonomik-siyasi ilişkileri Sovyetler Birliği'nin dağılmasından yeni bir aşamaya gelmiştir. Bir taraftan Tahran-Moskova ilişkilerinin ötesinde ideolojik düşüncelerin gölgesi yok edildi, diğer taraftan da Amerika'nın Orta Asya ve Kafkaslara yayılma endişesinden dolayı İran ve Rusya arasındaki ilişki güçlendi."[15] Her iki ülke yetkililerinden yapılan değişik açıklamalardan İran ve Rusya’nın birbirlerini önemli ve güçlü ortak olarak tanımladıkları görülmektedir.

Rusya Federasyonu Dışişleri eski Bakanı İgor İvanov, “İran, Rusya’nın Asya’daki önemli bir ortağıdır. Tahran’ın İslam dünyasındaki nüfuzu ve otoritesi herkesçe bilinmektedir. Rusya ve İran’ı birbirine bağlayan sadece geleneksel iyi komşuluk ilişkileri değildir. Birçok küresel ve bölgesel sorunların çözümündeki yaklaşımlardaki yakınlık da Rusya ve İran’ı birbirine bağlamaktadır. İki ülkenin başarılı bir şekilde gelişen karşılıklı ilişkileri bölgesel politika için önemli pozitif bir faktör haline gelmiştir.” Sözleriyle iki ülke arasında “çok özel” diye nitelendirilebilecek ilişkilerin temelindeki ortak çıkar paydasını özetlemiştir. Mevcut Dışişleri BAKANI Sergey Lavrov’a göre ise İran Rusya’nın bölgedeki istikrara dönük çıkarları açısından işbirliği içerisinde bulunduğu çok önemli bölgesel bir ortaktır.[16] Rusya’nın önemli üniversitelerinden birisi olan Dışişleri Bakanlığına bağlı Moskova Uluslararası İlişkiler Üniversitesi Profesörlerinden İran ve Türkiye konusunda uzman isimlerden birisi olan Sergey Barisoviç Drujulovski’ye göre de İran politik ve ekonomik açıdan Rusya’nın stratejik ortaklarından birisidir.[17]

15 Eylül 2005 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’nin 60. Genel Kurul Toplantısında Putin ile bir araya gelen Ahmedinejad’ın Rusya için söyledikleri önemlidir: “ Güçlü bir Rusya İran için en iyi dosttur. Güçlü bir İran ise Rusya’nın en iyi ortaklarından birisidir.”[18]

İran-Rusya ilişkisi tarih boyunca inişli çıkışlı bir seyir gösterse de, SSCB'nin dağılmasının ardından iyileşme, derinleşme ve çok boyutluluk kazanarak devam etmiştir. Çünkü İran ve Rusya bölgesel açıdan ortak çıkar alanlarına, küresel sistem konusunda da ortak bakış açısına sahiptir. Ayrıca her iki ülkenin bölgedeki çıkar tanımlamaları birbirine yakındır. Her iki ülke tek kutuplu dünya düzeninden ve ABD'nin hegemonya arayışından ciddi şekilde rahatsızdır. Rusya, İran’ın nükleer ve askeri çalışmalarından önemli ekonomik fayda sağlamaktadır. Rusya, İran ile ilişkilerini korumayı arzu etmekle beraber Batı dünyasıyla olan ilişkisini zedelemek de istememektedir. Moskova, İran-ABD arasındaki gerginliğin sıcak bir savaşa dönüşmesini ve İran’ın işgal edilmesini istememektedir. Bu nedenle Rusya, İran ve Batılılar arasındaki sorunu çözmek için devreye girmiştir.[19]

Rusya ayrıca nükleer güce sahip olan İran'dan tehdit de algılamaktadır. Çünkü nükleer güce sahip olan bir İran, Rusya’nın Orta Asya, Kafkasya ve Hazar havzasındaki çıkarlarını etkileyebilir. Ayrıca İran-ABD ilişkilerinin geleceğinin belirsizliği de bu tehdit algılamalarını daha karmaşık hale getirebilir. Nükleer güce sahip ve ABD ile iyi ilişkisi olan bir İran, Rusya’nın istemediği bir seçenektir. Bu açıdan bakıldığında Rusya, İran'ın elinde nükleer silah olmasını bir yerde istemeyebilir. Rusya ayrıca İran’ın nükleer meselesini, ABD ile kendi arasında pazarlık konusu yapmak fikrini de taşımaktadır. Rusya içeride bazı etnik sorunlarla karşı karşıyadır ve bu sorunu çözmek için uluslararası desteğe ciddi ihtiyaç duymakta ve bu bağlamda uluslararası sistemden destek almadığından yakınmaktadır.[20]

Siyasi açıdan Rusya ve İran’ı birbirine yaklaştıran temel unsur iki ülke dış politikasındaki Amerikan karşıtlığıdır. Devrimden sonra ABD, İran ile olan diplomatik ilişkilerini dondurmuş ve yeni rejimle hiçbir şekilde uzlaşmaya gitmemiştir. Hem bu nedenle hem de devrimin ilkeleri gereği İran İslam Cumhuriyeti, 1979’da kurulduğu günden itibaren Amerikan karşıtı bir dış politika çizgisi izlemektedir. Rusya Federasyonu ise dış politika da her ne kadar genel itibariyle Batı ülkelerine ve Batılı kurumlara dönük bir yaklaşım sergilemekle birlikte ABD’nin tek taraflı girişimlerinden rahatsızlık duymaktadır. Yevgeny Primakov’un 1996 yılında dışişleri bakanlığına gelişiyle Avrasyacılığın öne çıktığı ve Amerikan karşıtlığının yükselişe geçtiği Rusya’da, Ağustos 1998’de yaşanan ekonomik kriz ve 1999’daki NATO’nun Kosova müdahalesinden sonra Amerikan karşıtlığı hat safhaya ulaşmıştır. 11 Eylül 2001’de ABD’de meydana gelen terör eylemlerinden sonra Putin’in, teröre karşı savaşta Bush’a verdiği destekle yumuşayan Rusya-ABD ilişkileri, ABD’nin Irak’a müdahalesi ile yeniden bozulmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla büyük bir güç kaybına uğrayan ve psikolojik travma yaşayan Rus yönetici elitinin çoğunun bilinç altında Amerikan düşmanlığı mevcuttur.[21]

Rusya ile İran arasında kendisine cevap arayan en önemli sorulardan birisi Rusya’nın İran’ı nereye kadar destekleyeceği hususudur. Aslında bu sorunun cevabı da İran’ın en büyük kabusudur. Zira, İran’ın en büyük korkusu uluslararası baskılar yüzünden Rusya’nın kendisine olan desteğini çekebileceği ihtimalidir. Nitekim İran’ın Düşanbe Büyükelçisi Nasır Sarmadi Pars, 4 Ekim 2005 tarihindeki bir basın toplantısında “İran ile Rusya arasındaki ilişkilerin günümüzde çok iyi bir seviyede olmasına rağmen İslam Cumhuriyeti, Rusya’nın her zaman İran’ın çıkarlarını savunacağı konusunda iyimser bir saflık içinde değildir.” açıklamasını yapmıştır.[22]

Rusya’nın nereye kadar İran’ın yanında olacağı konusu net olarak cevabını bulamasa da Rusya’nın tavrından bunu kestirmek mümkündür. Zira daha önceki çeşitli örnekler ve son olarak da Putin’in bir soruya verdiği yanıtı Rusya’nın İran’ı her ne pahasına olursa olsun savunmayacağını göstermektedir. İran Devlet Radyo ve Televizyonu ve Haber Ajansı İRNA"nın muhabiri Abbas Ali Hacı Pervane’nin Putin’in İran ziyareti esnasında yaptığı röportajda şu soruyu sormuştur: “Rusya'nın Devlet Başkanı olarak, görev süreniz sona erene kadar, bu projenin yolunda gideceğine ve fabrikaya nükleer yakıtın dağıtımının -ki bu fabrikanın çevrimiçi hale gelmesinden hemen önceki en önemli aşamadır- gerçekleşeceğine söz verebiliyor musunuz?” Bu soruya Putin’in verdiği cevap ilginçtir. “Verdiğim tek sözler ben küçükken anneme verdiğim sözlerdir.” Bu sözlerden de anlaşılacağı gibi İran’ın nükleer tesislerine Rusya’nın verdiği destek zamana ve şartlara göre değişebilir.

Her ne kadar Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bu röpörtajda net olarak bu konuda bir ifadede bulunmasa da daha sonra Rusya’nın vaat ettiği nükleer yakıtı İran’a sağladığı görülmektedir. ABD’nin İran ile ilgili yayınladığı ve bu ülkenin 2003 yılından sonra uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurduğunu ifade eden istihbarat raporundan sonra Rusya İran'a nükleer yakıt sevkıyatın başlamıştı. Rusya bununla ilgili olarak Buşehr Nükleer Santrali'ne 17 ve 28 Aralık 2007 tarihlerinde ve 17 Ocak 2008 tarihinde daha önceki sevkıyatlardaki gibi 11 ton nükleer yakıt sevkıyatı yapmıştır.[23] Santralin inşasından sorumlu olan Rusya'nın Atomstroiexport şirketi, İran'a son nükleer yakıt teslimatının da yapıldığını duyurdu. Şirketin sözcüsü Irina Yesipova, Interfax ajansında yer alan açıklamasında İran'a verileceği açıklanan 82 tonluk nükleer yakıtın tamamının santrale ulaştığını söylemiştir.

Bugün Rusya ile İran arasındaki çağdaş ilişkilere baktığımız zaman ikili ilişkilerin daha çok bölgesel sorunlar (Hazar’ın statüsü sorunu, Kafkasya, Orta Asya, Afganistan ve Irak sorunu), uluslararası terörle ve narkotik maddelerle mücadele ile nükleer enerji ve silah sanayisi alanlarında şekillendiği görülmektedir.

Enerji Alanında İlişkiler

İkili ilişkilerde en önemli konuların başında enerji alanında işbirliği gelmektedir. Özellikle de petrol ve gaz sahalarında ortak üretim ve taşıma konuları her iki taraf için cezp edici konular arasında yer almıştır. Rus enerji şirketlerinin “Güney Pars” sahasına olan ilgileri ve yine İran doğalgazının çıkarım, taşıma ve depolama konularında Rus firmalarının yer alması hususları işbirliğine en yakın alanlar olarak ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde İran’daki bazı hidroelektrik santrallerinin yenilenmesi çalışmaları ve ilk defa kömür ile çalışacak bir elektrik santralinin (Tabas) yapımı ve ticari değeri yaklaşık 1 milyar doları bulan “Mazino” kömür yatağının işletime açılması konularında anlaşma sağlanmıştır. Aynı şekilde yaklaşık 600 milyon dolar maliyete sahip olan 375 km’lik Kazvin-Reşt-Enzeli-Astara Demiryolu hatlarının yapılması ve iki ülke arasında Kuzey-Güney Ulaşım Koridoru çerçevesinde demiryolu bağının kurulması da gündemdedir. İran ile Rusya arasında ulaşım alanında yürütülen “Kuzey-Güney Ulaşım Koridoru” projesinin güçlendirilmesi ve İran ile Rusya arasında Hazar Denizi vasıtasıyla Dağıstan’dan geçecek bir deniz ulaşım koridoru kurulması hususu da değerlendirilmektedir.

Enerji alanındaki ilişkiler sadece iki ülke arasında kalmamakta üçüncü ülkeleri de kapsayacak şekilde genişletilmektedir. Bu çerçevede Rusya ve İran Tacikistan’da iki adet hidroelektrik enerji santrali yapma konusunda anlaşmışlardır. EES Rossii’nin Başkanı Anatoli Çubays, Tacikistan Enerji Bakanı Curabek Nurmaçmadov ve İran Enerji Bakanı Habibullah Bitoraf Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’de bir anlaşma imzalamıştır. Anlaşmaya göre bu ülkede 670 ve 260 megawat gücünde santraller inşa edilecek ve dört yıl içerisinde tamamlanarak Tacikistan’a teslim edilecektir.[24]

Ekonomi ve Ticari Alanda İlişkiler

2005 yılında iki ülke ticaret hacmi bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde 3,5 artarak 2,08 milyar dolar olmuştur. Bu rakamın 1,96 milyar doları İran’ın Rusya’dan ithalatı ve 122 milyon doları ise Rusya’ya ihracatı oluşturmaktadır. İran genel olarak Rusya’ya çeşitli meyveler, tütün, bazı minareler, inşaat malzemeleri, otomobil v.b. ürünler ihraç etmektedir. İran ise Rusya’dan askeri-teknik alanda ve nükleer santral alanında ithalat yapmaktadır. Aslında çok yakın gibi gözüken iki ülke ilişkilerinin ekonomik alana yansıması son derece zayıftır. Hele özellikle Türkiye[25] ile kıyaslandığında İran-Rusya ilişkilerinin son derece zayıf olduğu görülür. Rusya’nın İran’ın nükleer programına yaptığı destek sebebiyle uluslararası arenada karşılaştığı baskılar göz önüne alındığında katlanılan işin maliyetinin son derece yüksek olduğu anlaşılmaktadır.

Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 2007 yılında yaptığı İran ziyareti esnasında yapılan ikili görüşmelerde ekonomik ve ticari ilişkiler de gündeme gelmiştir. Bu görüşmede taraflar sanayi ürünlerinin ortak üretimi, ulaşım, bankacılık, havacılık ve enerji alanlarında işbirliği konularında mutabakata varmışlardır.

Putin-Ahmedinejad görüşmesinde iki ülke ticaret hacminin 2017 yılında kadar yaklaşık 200 milyar dolar seviyesine çıkarılması hedeflenmiştir.[26] Bu oldukça iddialı bir rakamdır ve bu hedefe ulaşmak için başta Nükleer Santraller ve silah satışları olmak üzere petrol, doğalgaz ve diğer alanlarda çok sıkı bir işbirliği sağlanması durumunda dahi ulaşılması oldukça zor bir hedeftir.

Askeri İlişkiler

İran-Rusya ilişkilerinin en temel alanlarından birisini askeri ilişkiler oluşturmaktadır. Bugün Rusya dünyanın en önemli silah satıcılarından ve İran’da dünyanın en çok silah alan ülkelerinden birisidir. İran Rusya Federasyonunun en büyük müşterilerinden birisidir. Bugün dünyanın 80’den fazla ülkesine silah satan Rusya 2007 yılında 7 milyar dolardan daha fazla miktarda silah ihraç etmiştir.[27] Moskova’nın en fazla silah ihraç ettiği ülkelerin başında Çin, Hindistan, İran, Cezayir, Venezuela, Malezya ve Sırbistan gelmektedir.

İran-Rusya arasındaki askeri-teknik ilişkilerin tarihi çok eskilere, 16. yüzyılın başlarına dayanmaktadır. 1521 yılında İran-Rusya ilişkilerini geliştirmek amacıyla bir İran elçilik heyeti Moskova'ya gelmiştir. Kırım Hanı, Kanuni Sultan Süleyman'a bu ziyaret hakkında gönderdiği raporunda, Şah tarafından gönderilen elçilik heyetine Ruslar tarafından “birçok top, usta ve zırhlar” gibi askeri malzeme verildiğinden bahsetmektedir. 1569'da Kırım Tatarları ve Türklerin Astrahan'a seferi ile ilk Rus-Türk savaşı başlamıştır. Aynı yıl, IV. İvan'ın gönderdiği Hoznikov başkanlığındaki bir Rus elçilik heyeti İran'a ulaşmıştır. Rus elçilik heyeti, İran'ın Osmanlı İmparatorluğu'na karşı savaşında kullanması için “100 top ve 500 tüfeği” askeri yardım olarak İran'a teslim etmiştir. İran toprakları çeşitli vesilelerle Osmanlı İmparatorluğu-Rusya, Rusya-İngiltere, İngiltere-Almanya, ABD-SSCB arasındaki güç mücadelesinin neticesindeki askeri işgallere ve müdahalelere sahne olmuştur. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İran'da ABD'nin nüfuzu artmaya başladı. ABD'nin etkinliğine rağmen İran 1960'ların sonuna doğru SSCB ile ekonomik, politik ve askeri alanlarda ilişkilerini arttırmak için çalışmalara başladığı görülmektedir. 13 Ocak 1966'da İran ile anlaşma yapan SSCB, bu ülkede demir-çelik fabrikaları, otomobil fabrikaları ve doğalgaz boru hatları gibi büyük çaplı projeler gerçekleştirdi. Bu yıllarda SSCB tarafından İran'a bazı askeri malzemelerin satışı da başladı. İran'ın Şubat 1979'daki devrimden sonra ilk yaptığı iş ABD ile ilişkilerini kesmek, askeri anlaşmaları feshetmek, askeri alımları durdurmak ve İran'daki ABD askeri üslerini kapatmak oldu. Irak'ın 22 Eylül 1980'de İran'a saldırmasıyla birlikte İran-Irak Savaşı başladı. SSCB, Irak'ın Eylül 1980'de İran topraklarına saldırmasını eleştirdi ve Irak'tan savaşı durdurmasını ve savaş öncesi sınırlarına dönmesini istedi. Irak'a yaptığı askeri malzeme ve silah satışını da durdurdu. Hatta bazı kaynaklara göre İran'a askeri malzeme ve silah satışı yapmayı da teklif etti. İran'da devrimden önce “askeri” açıdan düşman kabul edilen SSCB, devrimden sonra “ideolojik” açıdan düşman kabul ediliyordu. SSCB'nin İslam Devrimi sonrası İran ile yakın ilişkiler kurma isteği İran lideri Humeyni'nin ABD ve SSCB'yi “İslam'ın baş düşmanları” olarak ilan etmesi ve bu düşüncesinden vazgeçmemesi sebebiyle karşılıksız kaldı. İran'ın bu olumsuz tutumu üzerine SSCB Irak'a askeri malzeme ve silah satışlarına 1981 yılında yeniden başladı.[28] Rusya’nın Irak’a silah satışı iki ülke ilişkilerini bir süre kesintiye uğratmıştır.

Irak savaşının kesintiye uğrattığı ilişkiler savaşın bitmesinden sonra yeniden başlamıştır. İlişkilerin başlamasıyla silah alım anlaşmaları da devreye girmiştir. İki ülke arasındaki askeri ilişkilerin dönüm noktalarından birisi 5 Kasım 1989 yılında Haşimi Rafsancani’nin Moskova ziyaretidir. Bu ziyaret esnasında önemli askeri anlaşmalar imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre yaklaşık 1.3 milyar dolar değerinde 24 Mig-29, 12 Su-24 MK Savaş Uçağı ile ERS S-200 VE, Vega-E alınmıştır. Ayrıca 17 Mayıs 1990 yılında yapılan anlaşmayla İran 877 EKM ve diğer tiplerde denizaltı satın almıştır. Bunu 24 Nisan 1991 ve 12 Kasım 1991 yılında yapılan anlaşmalar izlemiştir. Bu anlaşmalarla da Rusya İran’a denizaltılara teknik servis verilmesini taahhüt etmiştir. Ayrıca T-72C tipi 1000 adet tank ile 1500 askeri araç BMP -2 ve diğer askeri araç-gereç satışı yapılmıştır. Bu anlaşmaların toplam değeri ise 2.2 milyar dolar olmuştur.

ABD Başkanı George Bush, İran'a 1995 yılından beri uygulanan ticaret ve yatırım yaptırımlarını uzatmasının ardından birçok ülke İran ile ekonomik ve ticari ilişkilerine sınırlama getirmiştir. Bu dönemde Haziran 1995’de Rusya ile İran arasında meşhur “Gore-Çernomirdin Görüşmesi” yapılmış ve Rusya’nın 31 Aralık 1999 yılına kadar İran’la sürdürdüğü askeri ve nükleer santral anlaşmalarının bitirilmesi ve bu tarihten sonra da yeni anlaşmalar yapılmaması taahhüt edilmiştir. Ancak bu taahhüde rağmen ABD-Rusya ilişkilerindeki çeşitli sorunlar Rusya’nın yeniden İran’a ilgi göstermesine sebep olmuştur. İran’ın girişimleri ile 1998 yılından itibaren askeri ve teknik alandaki ilişkilerin genişletilmesi çalışmaları başlatılmıştır. Dönemin Rus Savunma Bakanı’nın İran Savunma Bakanı ile “Askeri-Teknik Alanda İşbirliğiyle İlgili Fikir Birliği Memorandumu” nu imzalaması bu alandaki önemli gelişmelerdendir. Bu yeni etap görüşmelerde 8 S-300 ve 100 PZRK İgla füze sistemi ile 25 adet Mİ 17-1B askeri helikopter, 8 adet SUv25 savaş uçağı ve diğer askeri araç gereçlerin satışı gündeme gelmiştir. Toplam değeri yaklaşık 2 milyar dolar olan bu silah satışları ABD’nin ciddi endişesine sebep olmuştur. ABD, İran'a bu silah ve teknolojilerin aktarılmasından endişe duyduğunu ifade etmesine karşın Rusya İran'a silah satmaya ve bu ülkede bir nükleer santral kurulma çalışmalarını tamamlamaya devam edeceğini açıklamıştır.

İran’ın Rusya’dan Tu 204-100 tipi savaş uçakların alınması konusunda anlaşan iki ülkenin ileriki dönemlerde sivil taşımacılık alanında kullanılacak Tu-334 ve Ty-214 uçakları ile Kamov helikopterleri konusunda çalışmalar devam ettirilmektedir.

İran’a silah satışı yapan ve ayrıca da İran’ın milli silah sanayini ile orta ve uzun menzilli füze sistemlerini geliştirmeye yardımcı olan ülkelerin başında Rusya, Çin ve Kuzey Kore gelmektedir. Moskova gibi Pekin de 1980’lerin ortalarından bu yana Tahran’a gelişmiş füze ve füze teknolojileri satmaktadır. Silkworm füze sistemleri gibi Çin’de İran’a Cruise füzeleri satmış ve Rusya ile birlikte ülkede uzun menzilli balistik füzelerin geliştirilmesine yardım etmiştir. Bu yardım sayesinde İran, 2000 km menzile sahip Şahab-3 ve Şahab-4 füzelerini geliştirmiştir. Ayrıca İran’ın 3000 km menzilli yeni füzeler geliştirmekte olduğu da söylenmektedir.

İran ile Rusya arasında askeri alanda oldukça sık aralıklarla toplantılar gerçekleştirilmektedir. Bu alandaki son toplantı Tahran’da gerçekleşen 4. İran-Rusya askeri savunma teknik ve askeri işbirliği komitesi oturumu olmuştur. Bu oturumda iki ülke arasında askeri savunma alanlarında işbirliğinin gelişerek devam etmesi kararları alınmıştır.  Rusya Askeri ve Teknik işbirliği Kurumu Başkanı Mihail Dimitriyev Tahran oturumunda iki ülke arasında hava savunma füze sistemleri ve radarlar konusunda öncelikli olarak işbirliğinin gelişeceğini belirtmiştir.  Dimitriyev İran’ın Rusya’dan alacağı savunma sistemleriyle ilgili askeri personeline eğitim verileceğinin ve İran’da kurulacak Tur.M-1 hava savunma sistemlerinin kurulum aşamasında Rus uzmanların yer alacağının altını çizmiştir.[29]

Aslında son dönemde İran basınında bu konuyla ilgili çok sayıda haber ve yoruma rastlanmaktadır. En son İran Fars Haber Ajansı 'Savunma Bakanı Mustafa Muhammed Neccar'ın Tahran ve Moskova'nın miktarı açıklanmayan sayıda S-300'lerin satışı ile ilgili anlaşma sağlandığını' duyurması üzerine Rusya Federal Askeri Teknik Ajansı, İran'a gelişmiş S-300PMU1 (SA-20 Gargoyle) füze savunma sistemlerinin satışı ile ilgili medyada yer alan bilgilerin gerçeği yansıtmadığını açıklamıştır. Hatırlatmak gerekir ki iki ülke arasında S-300’lerin bir üst modeli olan S-400’lerin satışına ilişkin de görüşmeler yapılmaktadır. Yine aynı şekilde Rusya’nın gayri-resmi sesi görevini üstlenen ve Kremlin’in söyleyemediği şeyleri ona söylettiği ileri sürülen Rusya Parlamentosu Alt Kanadı (Duma) Başkan Yardımcısı ve Rusya Liberal Demokrat Partisi Başkanı Vladimir Jirinovskiy, İran'ı, ABD hava saldırılarına karşı korumak için en kısa zamanda S-400 hava savunma ve füze sistemleri ile donatmayı önermiştir. Parlamento üyelerine hitap eden Jirinovskiy, "Mümkün olan en kısa zamanda İran'a S-400 füze savunma sistemleri teslim etmeliyiz ki onlar hava sahalarını koruyabilsinler" açıklamasında bulunmuştur.

İran son dönemlerde özellikle de Rusya’nın yardımlarıyla milli savunma sanayisini kurma peşindedir. Bu alanda orta ve uzun menzilli Şahab füzeleriyle kendisini kanıtlayan İran şimdide yeni nesil savaş uçakları üretimine göz dikmiştir. İran Hava Kuvvetleri Komutanı Ahmed Mikani İran’ın radarlara yakalanmayan 4. ve 5. nesil Saika savaş uçakları üretim teknolojisine ulaştığını ve bu yeni nesil savaş uçaklarının üretiminin başlayacağını haber vermiştir. Bu yıl içinde İran Savunma Bakanlığı ve Hava Kuvvetlerinin ortaklaşa ürettiği Azerheş Saika-29 adıyla üretilen savaş uçaklarının deneme uçuşları başarıyla gerçekleşmişti. Mikani bu deneme uçuşlarının yapıldığı gün de Azerheş’ten daha gelişmiş savaş uçakları üzerinde çalışıldığını ilan etmiştir. Mikani yaptığı açıklamada İran’ın bu yıl içinde de önemli teknolojik gelişmelere ve yerli sanayiyle uzmanlarının ürettiği donanımlara şahit olacağını hatırlatarak, İran Hava Kuvvetlerinin Saka yeni nesil savaş uçakları üzerinde çalıştığını, yeni radar sistemleri ve roketler üzerine yoğunlaşıldığını söylemiştir. Mikani 3. nesil Saika savaş uçağının bu yıl içinde üretildiğini 4. ve 5. nesil Saika savaş uçaklarının da üretiminin bu yıl içinde başlayacağını belirterek, İranlı uzmanların Boeing 747 tipi uçakların tamir, bakım ve onarımını başarıyla gerçekleştirdiğini ve İran havacılık sanayisinin çok önemli gelişmeler kaydettiğini, yeni nesil radarların üretiminin yerli sanayi ve uzmanlarca gerçekleştiğini ayrıca İran Silahlı Kuvvetlerinin günün son teknolojilerine sahip Avrupa silah sanayisiyle boy ölçüşebilecek donanımlar ürettiğini vurgulamıştır.[30]

Görüldüğü gibi İran ile Rusya arasındaki ilişkiler daha çok savunma ve nükleer alanda artarak devam etmektedir. ABD’nin İran’a saldırılarının konuşulduğu bu günlerde İran’ın hava savunma sistemlerini güçlendirebilmesi için Rusya’dan yeni füze sistemleri (S-400’ler de dahil) ihtimal dışı değildir.

Rusya İran’dan yeni santral ihaleleri ve silah siparişleri alabilecek durumdadır.

Nükleer Santraller ve Nükleer Silahlar

Uluslararası alanda İran ile Rusya arasındaki ilişkilerin belki de en çok tartışma yaratanı Rusya’nın İran’da yürütmüş olduğu nükleer santral projeleridir. Aslında İran’ın komşularına bakıldığı vakit onun zengin enerji kaynaklarına rağmen nükleer yakıtta neden bu kadar ısrar ettiği daha kolay anlaşılmaktadır.

Birçok analizcinin (özellikle Batılı) varsayımlarının tersine, İran'ın nükleer silahlara sahip olma konusundaki çabaları irrasyonel ideolojik taleplerden ziyade bir dizi tehdit unsuruna karşı caydırıcılık oluşturulması amacıyla bir tedbir alınması gerektiği kaygısından kaynaklanmaktadır. İran'ın tehlikeli ve öngörülemeyen gelişmelerin yaşanma ihtimali yüksek bir coğrafyada bulunmasının nükleer silahların elde edilmesi konusundaki taleplerine meşruiyet kazandırdığı sıklıkla tartışılan bir konudur. Bununla birlikte, İran'ın içinde bulunduğu coğrafyanın nükleer silahlara sahip olunduğu zaman istikrarlı ve güvenli bir yer olacağını söylemek güçtür. Afganistan ve Orta Asya'daki istikrarsızlık, İran'ın savunma planlayıcıları için en belirgin kaygı kaynağı olmakla birlikte nükleer silahlar bu bölgedeki istikrarsızlıkları düzeltemeyecektir. Daha dikkatli bakılırsa İran'ın nükleer programının devam etmesinin sorunları daha dar bir çerçeveye oturtacağı fakat bu dar çerçevede sorunların daha derinleşeceği görülecektir. İran'ın nükleer silahlanma konusundaki en büyük motivasyonun Irak'taki Amerikan varlığı olduğu da unutulmamalıdır.[31]

Açıkça ifade etmese de İran’ın nükleer silah elde etme çabaları bölgede tansiyonu her geçen gün daha da artırmaktadır. Adeta bir nükleer çember içinde kalan İran’ın komşularına baktığımız zaman birçoğunun nükleer silaha sahip olduğu görülmektedir. BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyeleri Rusya Federasyonu ve Çin’in yanı sıra İran’ın diğer komşuları Pakistan ve Hindistan da nükleer silahlara sahiptir. Diğer taraftan, bu silahlara çok uzun zaman önce sahip olan ve hatta Japonya’da (Hiroşima ve Nagazaki) kullanmaktan çekinmeyen ABD’nin ve onun daimi müttefiki İngiltere’nin de Afganistan ve Irak’ı işgal ederek İran’ın yanı başında yerleşen diğer nükleer güce sahip ülkeler olduğunu da belirtmek gerekir. Ortadoğu’da İran’ın tanımamakta ısrar ettiği ve yeryüzünden silinmesi ve/veya Alaska gibi uzak diyarlara sürülmesini istediği İsrail’in de yine açıkça ifade etmese de nükleer silahlara sahip olduğu bilinmektedir. Özellikle İran’a göre Müslüman topraklarını işgal etmiş İsrail’in nükleer silahlara sahip olması İran’ın nükleer silahlara sahip olma arzusunu dürtükleyen bir diğer önemli unsurdur. Bu açıdan bakıldığında, Tahran’ın söylemleri ilk aşamada haklı gibi gözükebilir. Ancak, İran’ın etrafında bulunan nükleer çembere dayanarak (bu isteğini gizletse bile) atom silahlarına ulaşmak istemesi bölgede nükleer silahlanma yarışını başlatma potansiyelini beslemektedir. Bu çerçevede başta zengin Arap ülkeleri olan Suudi Arabistan ve Mısır olmak üzere Türkiye’nin de içinde bulunduğu birçok bölge ülkesinin nükleer silahlara sahip olma dürtüsü kamçılanmaya daha müsait bir hal almaktadır.

İran’ın nükleer santral macerası bir hayli eskidir. İran bu alanda ilk anlaşmasını Şah döneminde bir Alman firmasıyla (KWU-KRAFTWERKE UNION) 1974 yılında imzalamıştır. Ancak İran’da Humeyni tarafından gerçekleştirilen İslam Devrimi bu anlaşmanın sonuna kadar uygulanmasını engellemiştir. Bu sebeple İran alternatif yollara başvurmuş ve bugünkü Rusya’nın yasal mirasçısı olan SSCB ile anlaşma yoluna gitmiştir. 22 Haziran 1989 yılında imzalanan ve 2000 yılına kadar sürmesi planlanan anlaşma ile her iki ülke Nükleer alanda işbirliğine gidecekti. Ancak SSCB’nin 1991’de dağılmasıyla bu defa anlaşma onun yasal mirasçısı Rusya Federasyonu ile 1992 senesinde yapılmıştır. Anlaşma ile Rusya İran’ın güney bölgesine WWER-440 tipinde iki adet Nükleer santral inşa etmeyi taahhüt etmiştir. Anlaşmayı takip eden 2 yıl boyunca Rus ve İranlı uzmanlar (daha sonra bunlara Alman ve Amerikalı uzmanlarda katılmıştır) belirlenen bölgede araştırmalar yapmıştır. Araştırma neticesinde belli olmuştur ki belirlenen bölgede Richter ölçeğine göre 9 şiddetinde depremler olma ihtimali mevcuttur. Oysa o dönemdeki Rus reaktörleri en fazla 8 şiddetindeki depremlere dayanıklıydı ve burada böyle bir reaktörün yapılmasının ciddi sakıncaları olabilirdi. Bu sebeple bu anlaşmadan vazgeçilerek yeni bir anlaşma yoluna gidildi. 8 Ocak 1995 yılında Rusya’nın Zarubejatomenergestroy firmasıyla İran arasında her biri 800 milyon dolar değerinde[32] ve 1000 megavat gücünde WWER-1000 tipli iki nükleer santralin Buşehr’de[33] yapılması (önceki reaktörlerin tamamlanması için) anlaşması imzalanmıştır. Anlaşma ile ayrıca Rusya 2001 yılından itibaren İran’a her yıl 39 milyon dolar değerinde nükleer yakıt göndermeyi de taahhüt etmiştir. Bunların yanı sıra bu alanda uzmanların gönderilmesi ve İranlı uzmanların eğitilmesi de anlaşmaya dahil edilmiştir. Anlaşmanın içeriğine bakıldığında aslında Ukrayna’nın da bu anlaşmanın bir tarafı olduğu görülmektedir. Ukrayna bu anlaşma ile Harkov’daki Turboatom tesislerinde reaktör için Tribünler inşa etmekle mükellefti. Ancak Amerika’nın Ukrayna üzerinde artan baskıları sebebiyle 1988’de Ukrayna projeden çekildiğini açıkladı. Bunun üzerine proje Rusya tarafından yürütüldü.

Bugün Rusya’nın tamamlanmak üzere olan ve yaklaşık olan Buşehr nükleer santralinin yanı sıra, İran’da beş yeni (Buşehr-2, Buşehr-3, Ahvaz-1 ve Ahvaz-2) nükleer santral yapacağı yönünde açıklar yapılmaktadır. Bu karar ABD ile İsrail’i ciddî bir şekilde rahatsız etmiş ve bu ülkeleri bir tehdit algılaması içerisine sokmuştur.[34] Dolayısıyla Rusya’nın İran ile olan ilişkileri, üçüncü tarafları doğrudan tehdit eder duruma gelmiştir. 1982 yılında Almanya tarafından inşasına başlanan ancak daha sonra inşası yarım kalan İran’ın Buşehr nükleer reaktörünün Rusya tarafından yeniden yapılmaya başlaması ve buna ek olarak da yeni nükleer santral yapma anlaşması imzalaması Rusya-ABD diyaloğuna ciddî zararlar verebilecek potansiyele sahiptir.[35] Zira ABD’li ve İsrailli yetkililer İran’ın bu santrallerde kitle imha silâhları geliştirebileceği endişesi taşımaktadırlar.[36] Nitekim İsrail Başbakanı Ariel Şaron 29 Eylül 2002’de Moskova’ya yapmış olduğu resmi ziyaret sırasında Rusya’nın İran’da kurmuş olduğu nükleer santrallerden duymuş olduğu rahatsızlığı dile geti