Dr. Sinan OĞAN’ın Diplomatika.com’a Gündemle İlgili Verdiği Röportaj
MHP Iğdır Milletvekili Sinan Oğan Bey Diplomatika.com için gündemi değerlendirdi. Sinan Oğan Bey’le çözüm sürecini ve daha ziyade bu süreçte kamuoyuna yansıtılan veya yansıtılmak istenen imajları konuştuk. Sinan Bey tüm sorularımıza içtenlikle ve samimiyetle cevap verdi, tekrar kendisine teşekkür ediyoruz. Demokratikleşmenin sadece bir bölge için değil Türkiye’nin her ili her kasabası her metrekaresi için vazgeçilmez olduğunu dile getiren Sayın Oğan’ın iki konu üzerindeki vurgusu özellikle çok önemliydi: 1. Türklük kavramının herhangi bir ırkın diğerine üstünlük ifade etmek kastıyla asla kullanılmadığı vurgusu ve 2. Iğdır’dan Kürt vatandaşlarımızın oylarıyla seçilen bir milletvekili olarak, PKK’nın Kürtlerin haklarını koruma kisvesi altında insanlarımıza yapılan zulme karşı olduğu vurgusu….
1. Öncelikle terör sorunundan başlamak istiyorum. Süreçle ilgili eleştirilerinizi gerek Mecliste gerekse medyada sık sık dile getiriyorsunuz. Ben bu konuda özellikle kamuoyunda oluşturulan bazı imajlar hakkındaki yorumlarınızı öğrenmek istiyorum. Örneğin, endişelerini dile getirenlerin “barışa karşı olmakla” itham edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Barışı isteyenler ve istemeyenler olarak suni bir ayrıma sebep olan bu yaklaşım sizce ne kadar gerçekçi?
Öncelikle, televizyonda katıldığım programlarda, mecliste, her yerde belirttiğim sözleri bu noktada belirtmek isterim; “Bu ülkede kanın durmasını en fazla isteyen parti MHP’dir”. Milliyetçi Hareket Partisi, Sayın Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli Bey’in “Önce Ülkem ve Milletim Sonra Partim ve Ben” sözünü düstur edinmiş ve bu doğrultuda politika üreten bir siyasi partidir. Türkiye’de ciddi bir algı yönetimi yapılarak PKK’nın aslında bir terör örgütü olmadığı yönünde birçok ifade gündeme getirilmektedir. Bu noktada barış isteyenler ve barışı istemeyenler olarak yapılan ayrım anlamsız ve gerçek dışıdır. Çünkü barış süreci olarak ifade edilen bu sürecin gerçek anlamda bir barış sağlamayacağı anlaşılmalıdır.
Şu anda devam etmekte olan sürecin bir “barış süreci” değil, AKP’nin “başkanlık” isteği ve PKK’nın “özerklik” talebinin gerçekleştirilmesi için birbirlerine ne verecekleri konusunda bir “pazarlık sürecidir”. Milliyetçi Hareket Partisi’nin buna karşı olduğunu zaten her yerde ifade etmekteyiz. Kimsenin bilmediği sadece birkaç kişi tarafından yönlendirilen bir sürece şahit oluyoruz. Hükümetin halkı AKP ve PKK’nın isteklerine ikna etmek amacıyla oluşturduğu “Akil Adamlar” bile neyin ne olduğunu bilmemekte, görüşmelerde neyin dile getirildiği kendilerine sorulduğunda cevap verememektedir. Görüldüğü gibi, süreç olarak adlandırılan bu dönem, halka anlatmak üzere görevlendirilen 63 kişinin, kendilerinin bile bilmediği şeyleri Türk milletine anlatmaya çalıştıkları sakıncalı bir dönemdir. Türk milletinin gösterdiği haklı tepkiye ise tahammül edilememesi, bu sürecin ne kadar demokratik olduğu konusunda oldukça düşündürücüdür. Süreci yönetenlere göre KCK’lıların salınması demokratik bir gelişme; ama Akil Adamlara verilen tepki anti-demokratiktir; ama Türk milleti neyin ne olduğunu artık görmüştür. Geçen hafta, partimizce düzenlenen İzmir Bayrak Mitingi bunun ne önemli göstergesidir.
2. Terör sorunu ve bu çözüm sürecinin anayasa değişikliğiyle paralel tartışılmasını doğru buluyor musunuz? Kuşkusuz daha demokratik insan haklarına daha saygılı bir Türkiye için yapılması gereken çok değişiklik var ve anayasa değişikliği de gerekli, ama bu değişiklikler çözüm sürecinin bir parçası gibi algılanırsa endişelere sebep olmaz mı?
Türkiye’de demokratikleşme her kesime, her kente, her insanımıza gereken bir durumdur. Eğer bir demokratikleşme sorunu varsa bunun çözüm yolları vardır. Ülkemizde bir terör sorunu varsa, bunun çeşitli çözüm yöntemleri vardır ve bunlar birbirinden tamamıyla farklı süreçlerdir. Terörle mücadeleye yönelik dar bir bakış açısı benimsenmiştir. Geçmişten örnekler öne çıkarılarak, terör ve teröristle mücadeleye anti-demokratik bir boyut kazandırmaya çalışılmaktadır ve bu mutlaka ki çok sakıncalıdır. Aslına bakıldığında görülecektir ki, demokrasinin ana düşmanı terördür; çünkü şiddetin olduğu yerde millet iradesinin doğru bir şekilde yansıtılması mümkün değildir. Demokrasiyi kanun önünde kişilerin eşitliği ilkesinden arındırıp, bazı zümrelere ayrıcalıklar tanınması yoluna gidildiği takdirde problemler baş gösterecektir.
Türkiye, otuz yıldır değişmeyen ve darbenin ürünü olan bir anayasa ile yaşamaktadır. Anayasa değişikliği sürecine PKK’nın tavrı, kısa süreli taktiksel bir söylem değişikliği benimsenerek sürece dahil edilmektedir. Bu süreci iyi analiz eden terör örgütü, kendi isteklerini anayasaya empoze etme uğraşı içerisindedir. Burada, PKK’nın söyleminin değiştiği; ama hedefinin aynı kaldığı görülmelidir.
3. Türklük ve Türk Milleti kavramları üzerine yapılan tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu milletin adının Türk olması, bu topraklarda yaşayan etnik unsurların dışlanması anlamına gelir mi? Yoksa tam tersine birleştirici bir unsur mudur?
Milli bilinç yitirilince maalesef “milletin” ne manalar ihtiva ettiği anlaşılamamaktadır, AKP’nin içinde bulunduğu durum aslında bu şekilde betimlenebilir. Şunun altını çizerek vurgulamak gerekir ki, Türk milleti kavramı tarih boyunca hiçbir zaman dışlayıcı bir özellik taşımamıştır. Alternatifi olarak gösterilen Türkiyelilik kavramı ise tarihsel herhangi bir arka planı olmayan kavramdır. Türk kavramı bu coğrafyalarda yaşayan hiçbir unsuru dışlamadığı gibi Türk dünyasındaki soydaşlarımızı da içerisine alacak engin bir anlayıştan ileri gelmektedir.
Türklük kavramı, etnik kökene göre belirlenmiş değildir, herhangi bir ırkın bir diğerine üstün olduğunu söyleyen bir bakış açsısı hiç değildir. Barış süreci denilen dönemde Avrupa’ya birçok atıfta bulunuluyor. Bir de Avrupa’daki millet kavramına bakalım; nasıl Fransa’da yaşayanlar Fransız, Almanya’da yaşayanlar Alman’sa Türkiye’de yaşayanlar da Türk’tür.
4. Özerklik, federasyon veya eyalet sistemi hakkında düşünceniz nedir? Federatif sistemin Türkiye’yi güçlendirecek tek yolmuş gibi sunulmasını nasıl görüyorsunuz?
Genel anlamda özetlersek, özerklik Türkiye’den koparılmak istenen bir bölge için yapılan bir ön hazırlıktır. Öncelikle burada, özerkliğin MHP için kabul edilemez bir durum olduğunu vurgulamam gerekiyor. 1982 Anayasası’nda “Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” denmektedir ve bu değiştirilmesi bile teklif edilemez maddeler arasındadır. Bunu teklif bile etmek bir anayasa suçudur ve aslında burada anayasaya da aykırı bir durum vardır. Tabii, son dönemde Türkiye’de özerklik adının anılmadan özerklik için bir alan yaratma çabasının olduğunu da söylemeliyiz. Az önce algı yönetiminden söz etmiştik, artık özerklik denmiyor; ama yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ya da Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndan Türkiye’nin çekincelerinin kaldırılması gibi kavramlardan söz ediliyor. Diğer yandan eyalet sistemine geçişin önünü açtığını her ortamda söylediğimiz, bizim “Büyük Zehir Yasası” olarak adlandırdığımız, Büyükşehir Yasası meclisten geçirildi. BDP’li belediyelerden terör örgütüne milyonarca lira akıtılıyor, bu yasa ile bunun denetimi zorlaşacaktır. Köylüye getirilen yükü ve yasadaki aksaklıkları bir kenara bırakalım. Sadece bu boyuttan düşünelim. PKK, daha kolay beslenecek buradan. Şimdi ben size soruyorum; PKK, 30 yıldır Türkiye’yi güçlendirmek için mi çalışıyor? Siz, bu yolla PKK’yı güçlendireceksiniz, PKK Türkiye’yi zayıflatacak.
Burada, uluslararası gelişmeleri de hesaba katarak bir değerlendirme yapmak lazım. Özerklik tartışmalarına sadece Türkiye ile kısıtlı bir pencereden bakmak yanlış olur. Yıllardır dile getirilen dört ayaklı bir KCK yapılanması var. İlk ayak olarak Irak, ABD’nin işgali sonrası Barzani yönetimindeki özerk Kürt yönetimiyle fiilen oluştu. Suriye’de devam etmekte olan halk ayaklanması sonucu, PYD’nin faaliyetleri artıyor ve buradaki güç boşluklarından yararlanılarak burada da benzer bir yapılanma oluşturulmak isteniyor. Arap Baharı’nın asıl hedefinin İran olduğunu en baştan beri belirtiyoruz. İran aynı zamanda KCK’nın bir diğer ayağıdır. Arap Baharı rüzgarının oraya sıçratılması sonucunda burada da PJAK devreye girecek benzer bir yapılanma oluşturmaya çalışacak. Daha sonra, Türkiye’de özerk olan eyalet de buralarla birleştirilmek ve Türkiye’den koparılmak istenecek.
5. MHP’nin geniş bir kitleye düşüncelerini doğru olarak ulaştırabildiğini düşünüyor musunuz? Her düşünceden her inançtan her ırktan insanın MHP tarafından eşit görüldüğü ve sevecenlikle korunacağı halka tam olarak anlatılabiliyor mu?
Milliyetçi Hareket Partisi, Saygı değer Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli’nin talimatıyla Türkiye’nin çeşitli yerlerinde adına “barış” denilen pazarlık sürecini Türkiye’nin dokuz ilimizde çeşitli konularda düzenlemeye başladığımız mitinglerde anlatılacak, sizin vasıtanızla buradan bir kez daha tüm Türk milletini bu mitinglere davet ediyorum. Basın ve medya organları adeta sansür uygulasa da Bursa ve İzmir’de toplanan muhteşem kalabalık ve büyük coşku milletimizin sürece cevabı olmuştur.
Ben Iğdır’da Kürt vatandaşlarımızdan da oy alarak seçilen bir milletvekiliyim. MHP, Kürt kardeşlerimize kesinlikle ve kesinlikle karşı değildir. Bizim partimiz, artık uluslararası bir yapı alan PKK’nın Kürtlerin haklarını koruma kisvesi altında insanlarımıza ettiği zulme karşıdır. Nitekim, PKK kuruluş yılları başta olmak üzere en büyük zararı Kürt vatandaşlarımıza vermiştir. MHP, herhangi bir milletin mensuplarına karşı bir kin beslememektedir. Fakat unutulmasın ki, ulusal egemenliğimiz hiçe sayılarak bazı güçler ülkemiz üzerinde tahakküm kumaya çalışıyorsa MHP bunun her zaman karşısında olmuştur ve karşısında olmaya devam edecektir.
6. Son olarak her Türk milliyetçisinin asla vazgeçmeyeceği ülküsüne, Türk İslam Birliği’ne değinmek istiyorum. Türk İslam aleminin birleşmesinde Türkiye’nin öncü rol üstlenebilmesi için neler yapmak gerekiyor?
Türkiye, özüne döndüğü zaman zaten Türk-İslam dünyasına da gerçek anlamda yüzünü dönecektir. Türkiye’nin şu andaki durumu adeta şöyledir; Orta Doğu’ya yüzü dönük, Orta Asya’ya ve Kafkaslara sırtı dönük. Maalesef son dönemlerde Türk dünyası Türk dış politikası gündeminde hak ettiği yeri bulamamaktadır. Türk dış politikası “Orta Doğu Açılımı” altında aslında temel dinamikleri Türkiye tarafından oluşturulmayan bir sürecin içindedir. Türkiye Türk dünyasına gereken ilgiyi gösterememektedir. Türk dünyasına yönelik kapsayıcı program belirlenmiş değil. Türk dünyasıyla ilişkilerin geliştirilmesi için kurulan kurumların, örneğin TİKA’nın şu anda görev alanı muğlaklaştı. Politikalar kimseyi tatmin etmiyor, iki coğrafya arasında kültürde tarihte ortaklık var; ama AKP’nin ortaklığı Büyük Orta Doğu projesi çerçevesinde Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail ile olduğu için, maalesef Türk dünyası ve Türkiye ortak paydalarında buluşamıyor.
Burada son dönemde çokça tartışılan Başbakan Erdoğan’ın Orhun Yazıtları ziyaretine de kısaca değinmek istiyorum. Türklüğü anayasadan, T.C ibaresini resmi kurumlardan silmeye çalışan Başbakan Erdoğan halkın gazını almak adına “Türk” kelimesinin ilk kez yazıldığı Orhun Yazıtları’nı ziyaret etti; Allah’tan oradakini silmeye kalkmadı. Buradaki amaç, milliyetçi kesime şirin görünme telaşından başka bir şey değildi. Yani, bu ziyaret bir amaçtan çok bir araç olarak kaldı.
* Dr. Sinan OĞAN: TÜRKSAM – Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi Başkanı ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Iğdır Milletvekilidir.
(Röportaja ayrıca http://www.diplomatika.com/sinan-ogan-mhp,-pkknin-kurtlerin-haklarini-koruma-kisvesi-altinda-insanlarimiza–28346h.htm adresinden ulaşabilirsiniz.)